Sanat insanların duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri amacıyla ve estetik kaygı duyarak yaptıkları çeşitli iş ve fiillerdir. Sanatı ruhun manevi güzelliğinin dışavurumu olarak da tanımlamak mümkündür. Sanat için, insanların kendi iç dünyasını keşfetme ve dış dünya ile iletişim kurma aracı da denilebilir.
Sanat tarihçileri, felsefeciler ve estetik bilimi ile uğraşanlar sanatın doğuşu ile ilgili bazı teoriler ortaya atmışlardır. İnsanoğlunun dünyaya ayak basması ile birlikte sanatın da ortaya çıktığı düşünülür. İlk insanların ilkel olduklarını ileri sürenler, estetik kaygı ve sanat gibi yüksek ruh ve duygu hali gerektiren kavramları taşıdıklarını da kabul etmezler. Ancak ilk insanlardan ve eski çağlardan günümüze aktarılan mağara resimleri ve arkeolojik eserler, onların da aslında zeki ve duygusal insanlar olduklarını göstermektedir.
Sanatın doğuşu için oyun, iş, taklit, büyü gibi bazı teoriler de ortaya atılmıştır.
Oyun teorisi, ilk insanların yeme, içme ve barınak gibi temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra can sıkıntısı gidermek ve fazla enerjilerini atmak için sanata yöneldiklerini iddia etmektedir.
İş teorisi, insanların ihtiyaçlarını karşılamak için uğraştıkları zorunlu işlerinden (barınak-mimari, çömlek-seramik vd.) sanatın ortaya çıktığı düşünülür.
Taklit teorisinde ise, ilk insanların çevrelerinde gördükleri güzel renk, biçim, ses ve hareketleri taklit ederek resim, heykel, müzik ve dans gibi sanatların ortaya çıktığı iddia edilir.
Din ve büyü teorisinde, ilk insanların tabiatla mücadelelerinde doğaüstü güçlerden yardım ummaları, ümit ve korku, din ve büyü gibi kavramların sanatın doğuşunda önemli faktörler olduğu ileri sürülür.
Sanatın doğuşu ile ilgili teorilerin ortak bir tarafı da vardır. Hemen hemen hepsi ilk insanların evrimleşerek ve yavaş yavaş ilkellikten kurtularak geliştiğini öne sürerler. Bu yüzden ilk insanların sanatlarına primitif sanatlar tanımlaması yapılır. Ayrıca bu teorilerin ana fikri fonksiyonelliktir yani işe yarar, faydalı bir iş yapılmasıdır. Ancak sanatı sanat yapan, yapılan işin şekli ve fonksiyonu değil, estetik tavırla yapılmış olmasıdır. Yani sanat, yapılan işten değil, onu yapan sanatçının estetik haz ve kaygısından, ruhundaki incelik ve güzellikten doğmaktadır. Doğa güzelliği ise ancak sanatçıya ilham verebilmektedir. Oyun, iş, taklit, din ve büyü gibi sebepler olsa olsa sanatın doğuşu için birer vasıta olabilirler.
Aslında ilk insan Âdem ile Havva prototipi hatta arketipi, üç büyük din gibi diğer dinlerde de mevcuttur. Evreni ve dünyayı yaratan bir Yaratıcı, insanı ve bütün canlıları özel bir gaye için çok sanatlı ve hikmetli olarak yaratmıştır. İnsan Yaratıcının özel muhatabıdır. İlk insandan itibaren sahip olduğu yetenek ve özellikleriyle bu dünyada öğrenme ve gelişme içerisindedir. Bilim ve teknolojinin gelişimi aşama aşama olduğu gibi estetik ve sanatın gelişimi de tedricidir.
İlk insanların çizdikleri resimler, yaptıkları heykeller, eski uygarlıklardan kalan antik kentler onların da günümüz insanı gibi estetik kaygı taşıdıklarını ve ölçü ve orantıya dikkat ettiklerini göstermektedir. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkan insanlığın en eski dönemlerine ait eşyalar, mağara resimleri, heykel ve tapınaklar (Göbekli Tepe gibi), ilk insanların günümüz insanı kadar yetenekli olduklarını göstermektedir. Hatta çok eski zamanlara ait bazı eserleri ilk gören bilim adamları bunların sonradan yapılmış olduklarına inanmışlar hatta uzaylıların gelip yaptıklarını dahi düşünmüşlerdir. Altamira Mağarasında bulunan on bin yıllık boğa resimleri ile Picasso’nun yaptığı boğa çizimleri, ilk insanların da günümüz insanı gibi zeki ve yetenekli olduğunun bir göstergesidir.
Evrim teorisi aslında bir çeşit inançtır. Bir yaratıcının varlığına, insanı büyük bir gaye ile yarattığına ve dünyaya bir amaç için gönderdiğine inanmayan bütün felsefi akımlar gibi evrim teorisi de evrenin varoluşunu ve insanlığın ortaya çıkışını tesadüfe ve tabiat kanunlarının etkisine atfederler. Dolayısı ile evrenin, diğer canlıların ve insanın yaratılışı için gerekli ilim, irade ve kudreti de tabiata vererek onu tanrılaştırırlar.
Eğer ilk insan tabiatın şartlarında zaman içerisinde evrimleşerek gelişti ise, onun doğa şartlarında bir canlı olarak tesadüfen ortaya çıkışı bir varsayımdan, bir masaldan ve bir muammadan öteye gitmeyecektir. Primat olarak adlandırılan evrimcilerin maymun atalarının hayvandan medeni insana doğru gelişimi de doğal olarak milyonlar yıl alacak ve tesadüflere bağlı olacaktır. Doğal gelişim, temel seleksiyon ve doğa şartlarının zorlaması, tabiatı taklit ve hayvani içgüdülerin etkisiyle insanların tecrübe, bilgi, teknik ve iş üretimleri için yine binlerce yıl geçmesi gerekecektir. Ayrıca estetik ve sanatın ortaya çıkması için bilinçli tasarım yapabilecek düzeyde bir yetenek ve şuur da geliştirmeleri gerekecektir.
Aslında bilimin çok fazla dikkate almadığı, yaratılış ve ilk insan Âdem ve Havva modeli bilimin, teknolojinin, iletişimin ve sanatın doğuşu gibi pek çok meselenin çözümünü daha kolay ve mantıklı olarak izah etmektedir.
Bilhassa Kur'an’ın öğretisinde peygamberler insanlara manevi rehber oldukları gibi, günlük yaşamlarının düzeninde, devlet, aile, eğitim, hukuk, adalet, sanat ve teknoloji alanlarının gelişiminde de rehberlik yapmışlardır.
Dolayısıyla estetik, sanat felsefesi ve sanat tarihi bilim adamlarının ortaya attıkları taklit teorisi, oyun teorisi, iş teorisi ve tesadüf teorilerinin izah edemedikleri sanatın kaynağı ve doğuşu problemini, İlahi dinler ve yaratılış modeli kolayca çözümlemektedir.