TR EN

Dil Seçin

Ara

Çin’de İslâm’ın 1350 Yılı

Tarihî verileri masaya koyduğumuzda, şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşmak an meselesidir. İslâm’ın doğuşunu temsil eden Peygamber’in Medine’ye hicreti (622) ile İstanbul’un fethi (1453) arasında yaklaşık 8,5 asırlık bir zaman dilimi var. Fakat İslâm’a çok uzak kaldığını düşündüğümüz Çin’in İslâm’la tanışması, Peygamber’in Medine’ye hicretinin sadece 29 sene sonrasına tekabül ediyor.

Bunun anlamı şu: On beşinci yüzyılın en azından ilk yarısında İstanbul’da bir tek cami yokken, Uzakdoğu’da Çin’in Guangzhou liman şehrinde 651 yılında ilk cami çoktan ibadete açılmıştı bile.

Bu nasıl olmuş, İslâm’ı Çinlilere kim tanıtmış, ilk Müslümanlar oraya nasıl gitmişler diye merak ediyorsanız, gerçekten de değişik ve ilginç bir öykü bu. Ama bu öykünün Çinliler tarafındaki versiyonu ile bizdeki arasında bazı farklar da yok değil.

 

İlk tanışma nasıl gerçekleşti?

Önce Çinli tarih kayıtlarını ele alalım. Bu kayıtlara göre, Müslümanlar Çin’e Habeşistan’dan geldi. Habeşistan ilk Müslümanlardan bazılarının Mekke’deki Kureyşlilerin işkencelerinden kaçıp sığındıkları bir ülkeydi. O mülteci grubu içinde Peygamber Efendimizin kızı Rukiye, kocası Osman bin Affan, Sad bin Ebi Vakkas ve daha pek çok tanınmış sahabe vardı. Peygamberin tavsiyesiyle göç etmişlerdi. Habeş Kralı Necaşi 615 yılında onlara siyasî sığınma hakkı vermişti.

İşte bu kafileden bazıları Arabistan’a geri dönmedi. Çin kayıtlarına göre, Sad bin Ebi Vakkas ve beraberindeki üç sahabe, 616 yılında Habeşistan’dan Kral Necaşi’nin de desteğiyle Çin’e doğru deniz seyahati yaptılar. Tang Hanedanlığı dönemindeki bu seyahat, imparator Yung Wei’nin sıcak karşılaması ve heyetin İslâm’ı özgürce anlatmasına izin vermesinden sonrasında, Çin’in ilk camisi olan Fener Kulesi Cami’nin (Guantgta Mosque) inşasıyla sonuçlandı. Bu caminin diğer bir ismi ise Peygamberimizin anısına atfen Hatıra Cami’dir (Huaisheng Mosque).

Ancak Çin tarafında anlatılan bu tarih, İslâm kaynaklarına bakıldığında pek de doğruları yansıtmıyor. Zira Sad bin Ebi Vakkas, muteber İslâmî kaynaklara göre Habeşistan’a hiç gitmedi. Medine’ye hicret edilene kadar Mekke’de Peygamberimizin yanında baskı ve boykota karşı koydu. Kendisi Allah adına müşriklerin kanını ilk akıtan ve yine onlara ilk ok atan sahabe olarak bilinmektedir. Uhud Savaşı’nda Peygamberimizi müşriklere karşı attığı oklarla korumasıyla ünlenmiş, meşhur Kadisiye Savaşı’nda İranlıların Sasani Krallığı’na son verilmesine ordu komutanı olarak yaptığı katkıyla da yine çok önemli bir görevin üstesinden gelmeyi Allah’ın izniyle başarmıştı. Bu tarih bilgisi göz önüne alındığında, Çin’deki hakiki İslâmî geçmişin daha farklı bir öyküye dayandığı sonucu rahatlıkla çıkarılabilir. O halde işin gerçeği ne? Guangzhou’daki 651 yılında yapılan cami ve Sad bin Ebi Vakkas’a atfedilen türbe ve diğer türbeler kime ait?

Bu sorulara net bir cevap vermek oldukça zor. Ama Sad bin Ebi Vakkas’ın İslâm’ı İran’ın doğusuna taşıdığı dikkate alınırsa, Çinli Müslümanların onun hakkında efsanevî bir anlatıma başvurmuş olması ihtimal dahilindedir.

 

Dönemin siyasî tablosu

Bir noktayı hatırlatmakta fayda var. Çinliler ile Araplar arasındaki ilk ilişki, İslâm’ın ortaya çıkışından öncedir. Araplar gerek deniz yoluyla gerekse bugün İpek Yolu olarak bilinen kara yoluyla Çinlilerle ticaret yapmaya daha beşinci yüzyıldan itibaren başlamışlardı.

İkinci olarak, dönemin siyasî tablosunu biraz daha yakından incelememiz gerekiyor. İslâm Arabistan yarımadasında gün yüzü gördüğünde dünyada esas olarak üç büyük imparatorluk hüküm sürüyordu. Bunlar Bizans, Sasani ve Çin imparatorluklarıydı. Dünyanın batısı Bizans’ın (Roma’nın), İran ve Orta Asya’ya kadar olan topraklar Sasanilerin (İranlıların), Uzak Doğu ise Çinlilerin egemenliği altındaydı. İslâm’ın Medine’de büyük bir güç halini almaya başlaması, özellikle Bizans ve Sasani devletlerini rahatsız ediyordu. Çünkü sahip oldukları topraklar ellerinden çok büyük bir hızla çıkıyor ve Müslümanların hakimiyetine giriyordu. İslâm ve Müslümanlar onlar için büyük bir tehdit halini almıştı.

İşte bu şartlar altında ilginç bir tarihî kayıtla karşılaşıyoruz. Bizanslılar ve Sasaniler, içinde bulundukları hassas durumun zorlamasıyla, Tang Hanedanlığı (618-907) döneminde Çin’e elçiler gönderiyorlar. Amaçları, dönemin medeniyet ve güç açısından öncü kuvveti olan Çin İmparatorluğu’nu Medine’deki İslâm kuvvetlerine karşı kendi yanlarına çekmek. Kisra’nın büyük oğlu Yezducerd ve Bizans’ın yolladığı elçi, sırasıyla 638 ve 643 yıllarında Tai Tsung’a Arapların kendilerini yenilgiye uğrattıklarını haber verip destek istiyorlar.

Bu istekler ilerleyen yıllarda giderek sıklaşınca, 650 yılında Tai Tsung’un oğlu Kao Tsung, üçüncü halife Osman bin Affan’a özellikle İranlıları savunmak adına bir elçi heyeti gönderiyor. Halife Osman (ra), buna karşılık, 651 yılında generallerinden birisini Sian’a gönderiyor. Muhtemelen, Müslümanlar ile Çinlilerin Çin topraklarındaki ilk teması da bu şekilde gerçekleşmiş oluyor. İslâm hakkında bilgi alan Çin imparatoru, kayıtlara bakılırsa, namaz, oruç gibi ibadetlerin zor gelmesinden dolayı kendisi Müslüman olmasa bile, bu dinin kendi topraklarında tanıtılmasına izin veriyor. Sonuçta, son Sasani Kralı’nın destek talebine de haliyle bu şekilde olumsuz yanıt vermiş oluyor.

Siyasî açıdan bakacak olursak, Emeviler döneminde Orta Asya, Hindistan, Kuzey Afrika ve İspanya’nın fethedilmesinden sonra Çinliler ile Müslümanların ilişkileri de farklı bir hâl alıyor. Artık sınır komşusu olan zamanın bu iki küresel gücünden Emeviler, Kuteybe bin Müslim’in önderliğinde Orta Asya’nın ilerisine doğru toprak kazanmaya devam ediyor.

İslâm kuvvetlerinin Emeviler hakimiyeti altında bu ilerleyişi yaklaşık 730’lu yıllara kadar sürüyor. Fakat bu yıllarda hem Endülüs Emevilerinin Fransa’da Haçlı ordusuna yenilmesi hem de Emevilerin yerine Abbasilerin geçmesinin ardından gerek Batı’ya gerek Doğu’ya doğru gerçekleşen bu fetihler duruyor.

 

Çinli Müslümanların ataları

Dünyada geçerli olan ana siyasî tablo böyle iken, Çin topraklarında İslâm’ın ilk tebliğinin ardından Müslümanların kaderi de yavaş yavaş şekilleniyor tabi.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Üçüncü Halife Hz. Osman’dan sonra Emevi ve Abbasi dönemlerinde İslâm’ı tebliğ etmek amacıyla Çin’e altı heyet daha gönderilmiş olmasına ve bunların çok sıcak bir şekilde misafir edilmelerine karşın, Çinliler kendilerine bir din olarak seçecek kadar İslâm’ı benimsemiyorlar. Fakat başta Tang Hanedanlığı (618-907), ondan sonra gelen Sung (960-1279) ve Ming Hanedanlığı (1368-1644) dönemlerinde Çinlilerin İslâm hakkındaki düşüncelerinin son derece olumlu olduğu da sır değil. Hiç kuşkusuz, bunda İslâm’ın ilkelerini Konfüçyüs öğretisine yakın bulmaları önemli bir rol oynuyor. İslâm’ın Çin’de Ching Zhen Jiao (Temiz ve Hakiki bir Din) olarak bilinmesi de, bunun bir göstergesi.

Peki Çinli Müslümanların ilk atalarını kimler oluşturuyor? Bu sorunun cevabı da yine siyasî ilişkilerde gizli dersek yanlış söylemiş olmayız. 755 yılında Çin’deki bir iç karışıklık nedeniyle İmparator Hasuan Tsung, Abbasi Halifesi Ebu Cafer’den yardım istiyor. Cafer, 4000 Müslüman askeri imparatorun yardımına göndererek cevap veriyor. Sian ve Honanfu’da çıkan ayaklanma böylece bastırılıyor, ama bu Müslüman askerler bir daha geri dönmeyip Çin’e yerleşiyorlar.

Yine 770’lerde 300 bin Tibetlinin Çin’in başşehrini işgalinin ardından Ebu Cafer’in gönderdiği yardım amaçlı çok sayıda asker de geri dönmeyip Çin’de kalanlardan. İlk grup Batı Çin’e yerleşirken, ikinci grup Batı Çin’in yanı sıra Yunnan ve Güney Çin’e de yerleşiyorlar. İşte bugünkü Çinli Müslümanların atalarını bu askerler oluşturuyor.

Çin’e sonradan giden bu Müslüman askerler sayesinde pek çok Çinli İslâm’ı kabul ediyor. Bunlar arasında Hui adıyla bilinen Çinli büyük bir etnik grup da bulunuyor. Günümüzde Çin’e gidenlerin ifade ettiği gibi, Müslüman Çinliler ile Müslüman olmayan Çinlileri ibadetleri hariç birbirlerinden ayırd etmek imkânsız gibi bir şey. Bunun sebebi, az önce sözünü ettiğimiz Çin’e yerleşmiş Müslüman Arapların Çinlilerle evlenip zaman içinde isimlerini dahi değiştirmek suretiyle Çin kültürüyle bütünleşmeleri. Özellikle Ming Hanedanlığı döneminde (1368-1644) Müslümanlar etnik açıdan asıl Çinlileri oluşturan Han toplumuyla kültürel açıdan bütünleşiyorlar. Yemek ve giyim kültürlerini Çinlilere uydurmakla kalmıyor; Çince öğreniyor, Çince düşünüyor ve isimlerini dahi değiştiriyorlar (Hasan için Ha, Hüseyin için Hu, Said için Sai gibi). Tabii sonuç olarak, dinî ibadet ve görenekleri hariç, artık Müslümanları diğer Çinlilerden ayırmak mümkün olmuyor.

 

Zor zamanlar

Tarihî kayıtlar 1700’lere kadar Müslümanların özgürce dinlerini yaşadıkları, ülkenin büyük bir ekonomik gücü oldukları, ithalat ve ihracat işlerinde söz sahibi olduklarını gösteriyor. Özellikle orduda yükselerek ülke yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlara rastlanıyor. Bu yıllarda Müslümanlar pek çok cami, okul ve medrese inşa ediyorlar. Buralara Rusya ve Hindistan’dan bile öğrenciler geliyor. Örneğin 1790’da Çin’de 30 bin Müslüman öğrencinin eğitim gördüğüne dair bilgiler mevcut. Yine, İmam Buhari’nin doğum yeri olan ve “İslâm’ın direği” olarak isimlendirilen Buhara şehri, o dönemde Çin’e ait bir şehirdi.

Çin’de Peygamberin Hayatı’na dair ilk eser Liu Chih tarafından 12 cilt halinde kaleme alındı. 1721 yılında basılan bu eserin bu kadar gecikmesinin sebebi, İslâmî kavramların tam olarak Çin diline geçmesinin uzun bir süre almış olmasıdır. Zaten bu yüzden Çin’de uzun bir süre İslâm’a ilişkin pek çok konu, Çinlilerin kendi yerel dilleri ve inanışları çerçevesinde, onlara benzetilerek anlaşılmaya çalışılmıştır.

Çinli Müslümanlar için zor zamanlar, Chi’ing Hanedanı’nın (1644-1911) hakimiyeti ele geçirmesiyle başlar. Bunun en başta gelen nedeni, Chi’ingler ırk olarak Mançulardan oluşuyordu. Çin’de bir azınlık olan Mançular, Çin üzerindeki hakimiyetlerini koruyabilmek adına Müslümanlar, Hanlar, Tibetliler ve Mongollar arasında kargaşa çıkarma taktiğine başvurdular. Müslüman bölgeleri bastırmak için o bölgelere Han askerlerini yolladılar.

Mançuların yaptığı en büyük kötülük, Çin genelinde Müslümanlar aleyhine bir duygu oluşturmalarıydı. Mançuların Müslümanlara yönelik giriştiği savaşlarda sayısız Müslüman şehid oldu. 15 milyona varan Guangzhou’nun Müslüman nüfusundan sadece beş milyonu hayatta kaldı. Bu kıyımlar sonucunda tarihçiler Müslüman nüfusun Çin genelinde yaklaşık % 30 oranında eksildiğini tahmin ediyor.

1911 yılında Mançu Hanedanlığı yıkılınca, Sun Yat Sen tarafından Çin Cumhuriyeti kuruldu. Sen’in en önemli başarısı, Mançuların ayrılıkçı ve bölücü siyasetini düzeltmesi oldu. Göreve gelir gelmez Çin’in eşit olarak Han, Hui (Müslüman), Mançu, Mongol ve Tibet halklarına ait olduğunu ilan etti. Bu politika, söz konusu gruplar arasındaki ilişkilerin belli seviyede düzelmesine yardımcı oldu.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti ilan edilmesinden bu yana, Çinli Müslümanların yaşadığı en zor dönem, 1966 ile 1976 yılları arasında yaşanan Kültür Devrimi olmuştur. Aşırı solcular, Budist ve Hristiyanlarla birlikte Müslümanlara da müthiş bir baskı uygulamışlardır. Burjuvazi ve tepki kurumları olarak gördükleri dinî kurumlara saldırmış, camileri yıkmış ve dinî kitapları yakmışlardır.

Bu dönem de, Çinli lider Zhou Enlai’nin ülkedeki kargaşayı kontrol altına almasıyla son bulmuş, eşitlik ve bölgesel özerklik temelinde dinî azınlıklara toleranslı liberal bir siyasete geçilmiştir. Enlai, Müslümanların yaşadığı bölgelerde ordunun uyması için 10 ilke belirlemiştir. Bunlar arasında, camilerin korunması, domuz etinin yasaklanması, Müslüman kadınlara ilişilmemesi de yer alır. Bu yeni dönemle birlikte eski camiler tamir edilerek yeniden ibadete açılmıştır. Örneğin, Pekin’deki Niu Chief Cami bütünüyle yenilenmiş ve sadece bayramlarda değil, Cuma ve haftanın diğer günlerinde de kalabalık bir cemaatle namaz kılınmaya başlanmıştır.

 

Bugünkü durum

Çin’de bugün 20 milyondan fazla Müslüman (bazı istatistiklerde bu sayı 100 milyona varabiliyor) yaşıyor. Uygur Türkleri ve Huiler bu sayıda önemli bir yekün tutuyor. Yine Çin’de yaklaşık 3000 civarında cami ve yaklaşık 4000 imam bulunmaktadır. 1980’den sonra Müslümanlar daha rahat dinlerini yaşamaya başlamalarından itibaren, pek çok İslâmî vakıf ve dernek kuruldu. İslâmî kaynaklar hızla Çinceye çevrildi. Bugün Çince, Uygurca ve diğer Türk dillerinde sekiz ayrı Kur’an-ı Kerim meali Müslümanların istifadesine sunulmuş durumda.

1953’te Pekin’de kurulan Çin İslâm Derneği, defalarca Kur’an-ı Kerim yayımlamış, birçok kitap Çince ve Uygurcaya çevrilmiş, “Çin’de Müslümanlar” adlı üç aylık dergi ve çeşitli milliyetlerden Müslümanların dinî hayatlarını yansıtan çeşitli resimli kitaplar derlenip yayınlanmıştır. Dinî eğitim ve hac gibi organizasyonları da düzenleyen bu dernek, Çin hükümetiyle Müslümanlar arasındaki ilişkilerin sağlıklı yürümesi için Müslümanların sözcülüğünü üstlenmiş haldedir.

1989’da başlayan Hac organizasyonu sonucu bugüne kadar yaklaşık 120 bin Çinli Müslüman hacı olmuştur. Sadece geçen yıl özel uçak organizasyonuyla hacca giden Çinli Müslüman sayısı 9600’dür.

Çin’e giden Müslümanların özellikle görmeleri gereken yerler, hiç şüphesiz camilerdir. Başta Guangzhou’daki 1300 yıllık Huaisheng Cami olmak üzere, 742’de yapılan Xian’daki—Çin’in en büyük cami—Da Qingzhen Si (Ulu Cami), Quanzhou’da 1009’da inşa edilen—Büyük Şam Cami’nin ikizi olan—Quinjing Si (Sahabe Cami), Hangzhou’daki Zhen-Jiao Si (Halis Din Cami), 1275’te inşa edilen Yangzhou’daki Xian-He Si (Ölümsüz Turna Cami) bunlar arasında sayılabilir.

Günümüzde Çinli Müslümanların özgürlüğüne işaret etmesi bakımından, dokuz İslâm üniversitesinin kurulmuş olduğunu da belirtmekte yarar var. Üniversitelere Müslüman kızlar rahatlıkla tesettürlü olarak devam edebiliyor. Ayrıca çoğu caminin bünyesinde en az bir Kur’an kursu yer alıyor. Halen komünist rejim altındaki Çin’de bunlar olabiliyorken, bizim ülkemizde yaşananları düşündüğümüzde nasıl bir baskıyla karşı karşıya bırakıldığımız daha net anlaşılabilir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, İslâm Çin’de 1350 yıllık tarihiyle başından beri varolmuş, bazı zamanlarda yükselmiş, bazı zamanlarda baskı görmüş, günümüzde ise yeniden canlanmaya başlamıştır.

Çin’de İslâm’ın 1350 yıllık öyküsü ana hatlarıyla bu şekilde. 13,5 asır önce Çin’e İslâm’ı tebliğ amacıyla Arabistan’dan kalkıp dünyanın öbür ucuna giden ilk Müslümanlardan Allah razı olsun.