TR EN

Dil Seçin

Ara

Hz. Nuh’un Gemisi

Nuh’un gemisi deyince hemen Nuh Tufanı hatırlanır ve arkasından da bir takım sorular gelir:

“Nuh Tufanı bütün yer yüzünü kaplamış mıdır? Nuh Aleyhisselâm, gemiye koyduğu her canlı çiftini nasıl temin etmiştir? Tufan sonrasında gemi nereye oturmuştur?” gibi.

Nuh Aleyhisselâmın hadisesine, büyük Semavi Kitaplar yer verir. Ancak bu Kitaplarda olayın bütün ayrıntılarına inilmediği için, burada bir takım yorum ve değerlendirmeler yapılır. Bazı Hristiyan araştırıcılar, Tufanın bütün yer yüzünü kapladığını ve gemiye bütün canlı çeşitlerinin alınmış olduğunu ileri sürerler.

Hz. Nuh; Kuranda ve Tevratta, büyük peygamber arasında anılır. Hz. Nuhun, insanlık tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Hz. Âdemden sonra Onun çevresindeki sınırlı sayıda kimse ile insanlık yeniden yer yüzünde yayılmış ve genişlemiştir. Peygamber olarak gönderildiği kavmi, Nuh Tufanı” olarak bilinen büyük bir musibete maruz kalmıştır.

Bu tufan hadisesine Kuran-ı Kerimde muhtelif sûrelerde yer verilir.

Artık ona vahyettik ki, bizim gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Vaktaki emrimiz gelir de tennur kaynamaya başlarsa, hemen o gemiye her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de, içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma. Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.”1

Cenab-ı Hak, bu geminin kendi yardımıyla yapılacağını bildiriyor. Bazı tefsir âlimleri de bu âyetten, geminin yapımında, Nuh Aleyhisselâma Cebrail (as)’ın yardımcı olduğunu anlatmışlardır.2

Tennurun ateşlenmesi, tandır olarak dilimize geçen ve fırın manasına kullanılan ekmek pişirilen yerden suların fışkırdığı zaman şeklinde yorumlanabildiği gibi, geminin buharlı bir gemi olduğu ve bununla buhar kazanının ateşlendiği şeklinde de ifade edilmiştir.2

Yer yüzünde buharlı geminin 1700lü yıllarda kullanılmaya başlandığı hatırlanırsa, Hz. Nuhun gemisinin bize insanlık tarihini anlama bakımından çok önemli ip uçları sunduğu söylenebilir.

Nuh Aleyhisselâma, Tennur kaynamaya başlarsa, vakit geçirmeden hemen her canlıdan birer çift alması emrediliyor. Hz. Nuh, yolculuk esnasında ihtiyaç duyacağı evcil hayvanlardan; tavuk, koyun, keçi, deve, sığır ve at gibi varlıkları almış olmalıdır. Yoksa, kelebekten karıncaya, yılandan köstebeğe varıncaya kadar bütün canlıların gemiye alınmasına ne gerek, ne ihtiyaç ve ne de zaman vardır.

Bu olayda suların hem yerden fışkırdığı ve hem de gökten indiği bildirilir.

Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Ve yeri de pınarlar halinde fışkırttık. Artık su, takdir edilmiş bir emre binaen birbirine kavuşuverdi. Nuh’u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.”3

Tufan sonunda geminin Cûdi dağına oturduğu belirtilir:

Kafirler boğulduktan sonra yerle göğe Ey yer suyunu yut ve sen ey gök suyunu tut!diye emir buyuruldu. Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdi üzerinde yerleşti ve Kahrolsun zalimler’ denildi.”4

Cûdi, Türkiyenin Güneydoğusunda Şırnak dolaylarında 2000 m. yüksekliğinde bir dağdır. Hz. Nuhun Irak dolaylarında irşatta bulunduğu, Cûdi ismiyle Musul, Cizre ve Şamda da birer dağın mevcut olduğu ve geminin de bu havalide bulunduğu rivayeti de vardır.5

Cûdî, kelimesinin özel isim değil de sıfat olarak kabul edilmesi halinde, bereketli, münbit yer” anlamına geleceği, Nuh Aleyhisselâmın da; Yarabbi! Beni bir mübarek menzile indir.”6 duasında bulunduğu, dolayısıyla geminin verimli bir arazinin yakınına inmiş olabileceğinden de söz edilir.7

Tevrat’ta bu geminin Ararat (Ağrı) dağına yerleştiği bildirilir.8 Hz. Nuhun gemisinin Ağrı dağında olması mümkün değildir. Çünkü, bu dağın yüksekliği 5165 m. dir. Devamlı buzla kaplı olan bu dağın tepesine, gemiden inecek insanlar burada nasıl hayat sürdüreceklerdir? Zirvede çok azalan hava basıncı sebebiyle biyolojik olarak normal hayatın devamı âdeta imkânsızdır.

Kutsal kitaplarda Hz. Nuhun, dünyanın hangi bölgesinde yaşadığı ve Tufan olayının nerede geçtiği hakkında açık bir hüküm yoktur. Kuran, Nuh kavminin putlarıyla alâkalı olarak şunu ifade eder:

Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Vedden, Suvâ’dan, Yegûstan, Ye’ûktan ve Nesrden asla vazgeçmeyin!”9

Bu isimdeki putlara Arabistanda rastlanmakla beraber, Mezopotamya ilâhlarına ait ay ve yıldızları sembolize eden mahalli isimler olduğu, buradan hareketle Nuh kavminin Mezopotamya bölgesinde bulunmuş olabileceğine hükmedilir.10

Kuran-ı Kerimde, Tufanla ortadan kalkan Nuh kavminin topraklarına önce Âd kavminin daha sonra da Semûd kavminin mirasçı geldiği ve bu yerin de İrem şehri olduğu belirtilir:

Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaradılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz.”11

Âd kavminden sonra da aynı yere Semûd kavminin getirildiği belirtilir.

Düşünün ki, (Allah) Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi.Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi.”12

Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine; direkleri (yüksek binaları) olan, ülkelerde benzerleri yaratılmamış İrem şehrine, o vadide kayaları yontan Semûd kavmine.”13

İrem şehrinden Tevratta da söz edilir. Dolayısıyla Nuh kavminin Tufandan önce yaşadığı yerin İrem şehri olması kuvvetle muhtemeldir. Bu yerleşim yerinin Lut Gölü’nün güneybatısında Edomun merkezi olduğu bildirilmektedir.14

Tufandan sonra Nuh Aleyhisselâmın, yanındaki az sayıdaki kimse ile Mezopotamyanın Ur şehrine yerleştiği kanaati hakimdir. Kuran-ı Kerim de bunların az sayıda olduğuna dikkati çeker:

..Zaten beraberinde iman eden pek az insan vardı.”15

Tevratta ve Yahudiliğin ikinci derecede kutsal kitabı Telmudun haberlerinde, Hz. İbrahimin büyük dedesinin Nuh Aleyhisselâm olduğu, ve Onun ölümüne kadar yanında Ur şehrinde kaldığı belirtilir.16

Hikmet cihetiyle bakıldığı zaman Nuh Tufanının, sadece Nuh kavminin yaşadığı bölgeleri içine alacak şekilde meydana gelmiş olması beklenir. Nitekim, bu kavimden sonraki Lût, Ad ve Semud kavimlerine gelen musibetler de, sadece o kavimlerin yaşadığı bölgelerde görülmüştür. Eldeki veriler, getirilen yorumlar ve genel kanaat, Nuh kavminin Lût Gölü çevresi ile Mezopotamya arasında olduğu yönündedir. Dolayısıyla Nuh Tufanının da bu bölgeyi içine alacak tarzda meydana gelmesi muhtemeldir. Bu Tufanın bütün yer yüzünü kaplamış olmasının hiçbir mantıklı açıklaması yoktur.

Hz. Nuh’un (as) yaşadığı devirle ilgili açık bir belge olmamakla beraber, Tevrat haberlerine dayanarak, bunun Milâttan Önce 22. veya 21. yüzyıllarda olabileceği belirtilir.17 Tevratta Hz. Nuhun torunu Azerin oğlu İbrahimin Tufandan 292 yıl sonra doğduğu ve büyük dedesi Hz. Nuhun yanında büyüdüğü ve 15 yaşına geldiğinde Hz. Nuhun vefat ettiği bildirilir.18

Hz. Nuhun gemisinin karaya çıkışıyla alâkalı olarak bazı araştırıcılar Milâttan Önce 2347 yılını19, bazıları da 2650 yılını vermektedirler.20 Bunlara dayanarak Nuh Tufanının Yaklaşık olarak Milâttan 2500 yıl önce meydana gelmiş olabileceğini söylemek mümkündür.

Sonuç olarak denilebilir ki, Nuh Tufanı, günümüzden yaklaşık 4500 yıl önce, Lut Gölü’nün güneybatısında bugünkü Edomun merkezi olan İrem şehri ve çevresinde cereyan etmiş, gemiye kendilerine ihtiyaç duyulacak evcil hayvanlardan bir erkek bir dişi olmak üzere birer çift alınmış, Tufan sonrasında gemi Mezopotamya civarında bir dağa oturmuş, gemidekiler de Nuh Aleyhisselâmla birlikte Mezopotamyadaki Ur şehrine yerleşmiş olmalılar.

 

DİPNOTLAR:

1- Müminun, 27

2- Bilmen, Ö. N., Kuran-ı Kerimin Türkçe Meâlilisi ve Tefsir. 1971, 5.cilt, s 143

3- Kamer, 11-13

4- Hud, 44

5- Kur’an-ı Kerim Türkçe Meâli

6- Müminun, 29

7- Sarıkçıoğlu, E. Dinler Tarihi. Isparta, 2000, s.65

8- Tekvin, 4,8

9- Nuh, 23

10- Höfner, M. Die Voislamische Religionen Arabiens. Stuttgart, 1970

11- A’raf, 69

12- A’raf, 74

13- Fecr, 7

14- Davis, D.J.The Westminster Dictionary of The Bible. Philadelphia, 1944, s.267

15- Hud, 40

16- Tevrat, Tekvin, XI, 26; Talmud, 31 vd.

17- Bucaille, M. Tevrat, İnciller ve Kur’an.

18- Tevrat, Tekvin, 36,43; 1.Tarih I, 54

19- Günel, A. Türkiye Süryanileri tarihi

20- Sarıkçoğlu, E., Kur’an ve Arkeoloji Işığında Hz. Nuh ve Tufan Olayına Yeni bir Yaklaşım. İslam Araştırmaları Dergisi, Cilt 9, sayı:1-4, 1996, s.201.