TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâinatı Okuyan Peygamber

Efendimiz aleyhissalâtu vesselamdan bahsedildiğinde zihinlere genellikle manevî anlamlar gelir. Fakat bu manevî anlamlar içinde onun aynı zamanda kâinatı ibret bakışıyla her daim gözlemleyen bir abd olduğu algısı genellikle ihmal edilir. Oysa, Efendimiz aleyhissalâtu vesselamın pek çok hadisinde çok derin bir kâinat okumasının izleri görülmektedir. Bu izler dikkatle takip edildiğinde her birimizin gündelik yaşantısında tecrübe ettiği ‘sıradan’ olayların arkaplanında aslında ne büyük manalar taşıdığı görüleceği gibi, bizim de kâinat kitabını okumaya yönelik önümüze esaslı bir yol açılmış olmaktadır.

Sahabeler, Peygamber aleyhissalâtu vesselamdan “Benim susmam fikir, konuşmam zikir, bakışım ise ibret bakışıdır”sözünü işitmişlerdir.

Bir günün ve bir ömrün özeti gibidir bu söz. Çünkü bir gün, bir açıdan, bu üç fiilden ibarettir: bakmak, susmak, konuşmak. İnsanoğlu, gün içinde ya susar veya konuşur. Ve kâinat ile insan, gözünün açık olduğu her an insanın gözbebeğinde buluşur.

Peygamber aleyhissalâtu vesselam, bu sözüyle gününü varlık basamaklarının en yükseğinde, tam bir şuur ve farkındalık üzere yaşadığını da bildirir. Nitekim, hadis külliyatları ve siyer kitapları arasında dolaşırken, bu şuur ve farkındalık halinin pek çok nişanesi ile karşılaşır insan. En öncelikli nişanelerden belki de birincisi ise, Kudsî Nebî’nin hayran olunası ‘müşahede’ yeteneğidir.

Peygamber aleyhissalâtu vesselam, her şeyden önce, iyi bir ‘gözlemci’dir. Neye bakmışsa, dikkatle bakmış, ibretle gözlemlemiştir. Sustuğu zaman, bu görüp gözlemlediği şeyi iç dünyasında işlediği bir tefekkür üzeredir. Konuştuğunda ise, gözüyle devşirdiği bu gözlemlerden tefekkürüyle damıttığı anlamlar dile gelir. Zikrullah yani. Zira gözüyle görüp kalbiyle aklettiği her şey, ona O’nu bildirmektedir.

Şu olay, bu üç halin onun şahsında nasıl buluştuğunu apaçık gösterir. Daha henüz müslüman olmuş bir bedevî, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın yanına gelir ve aklına takılan şeyi sorar: “Ya Rasulallah! Allah mahlukatı nasıl yeniden diriltir?”

Peygamber aleyhissalâtu vesselam, bu soruya önce bir soruyla karşılık verir: “Sen kavminin üzerinde yaşadığı vadiden hiç kurak bir mevsimde geçmedin mi? Sonra, bir kere de her tarafın yemyeşil olduğu münbit bir mevsimde aynı vadiye uğramadın mı?”

Bu sorular üzerine bedevînin zihninde canlanan, elbette, güz ve bahar sahnesinde her sene seyrettiği ölüm ve yeniden diriliş manzarasıdır.

Bedevînin zihninde bu manzara canlanmışken, Kudsî Nebî şöyle buyurur: “İşte bu, yeniden yaratma hususunda Allah’ın delilidir. Allah, ölüleri de böyle diriltecektir.”

Hem bu bedevî, hem diğer sahabeler, o gün o anda orada bakarken ibretle bakma, görülene bakıp görülemeyeni kavrama dersini alırlar Kudsî Nebî’den. Peygamberle yaşanan her günde, başka başka vesilelerle tekrar tekrar aldıkları bir derstir üstelik bu. Peygamber aleyhissalâtu vesselam için gerçekten ‘sıradan’ bir olay da yoktur. Gündelik hayatın akışı içinde farkına varmadan geçip gittiğimiz bir olay, önemsiz görüp dikkatle bakmadığımız basit bir şey, gözlerimizin önünde öylesine gelip geçiveren bir nesne, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın ibretle bakışıyla bir büyük hakikatin taşıyıcısı oluvermiştir.

Sözün kısası, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın bir gününde öne çıkan belki de ilk husus, onun içinde yaşadığı kâinata daima ibretle bakıp dikkatle müşahede etmesidir. Bu bakış ve gözlem, bizim ‘sıradan’lığa mahkûm ettiğimiz nice şeyi, bir hakikat dersine ve ibret tablosuna çevirir.

Öyle ki, gün gelir, oradan oraya uçuşan bir kuş tüyü bile Peygamber aleyhissalâtu vesselamın dilinde bir hakikatin misali haline gelir: “Kalb, şekilden şekile girer; rüzgârların çölde bir sağa bir sola savurduğu kuş tüyü gibi...”

Hadisler arasında sıklıkla karşımıza çıkan böylesi misaller, onun bir peygamber olarak ‘herhangi bir gün’de neler gördüğü ve nasıl gördüğü hakkında bize bir ipucu verir. Mesela, “Mü’min mütemadiyen rüzgârın eğici tesirine maruz bir bitkiye benzer. Mü’min, devamlı belalarla baş başadır. Münafığın misali de çam ağacıdır. Kesilip kaldırılıncaya kadar hiç ırgalanmaz” hadisi bize gösterir ki, Kudsî Nebî, rüzgârlı bir günde yere değercesine kıvrılan hurma ağaçlarını da, çam ağaçlarını da seyretmiştir. Ama boş gözlerle ve kof bir akılla değil. Sırf öylesine, vakit geçsin, yahut lâfazanlık vesilesi olsun diye de değil. Bilakis, ‘susmada fikir, konuşmada zikir’ hâsıl eden bir ibret bakışıyla...

Yine bir misal, onun mehtaplı bir gecede gökyüzünü dikkatle seyrettiğini bize bildirir: “Âlimin âbide üstünlüğü, dolunaylı bir gecede ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.” Yine gece vakti, pervane böceklerinin yanan ateşin etrafında dolanıp durmasına bakmıştır Kudsî Nebî. Bu, onun için, şu hakikate misaldir: “Benim durumum ile sizin durumunuz, ateş yakıp da ateşine cırcır ve pervane böcekleri düşmeye başlayınca onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulup ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” Aynı ateşte odunun yanıp kül oluşu da onun için bir hakikatin misalidir: “Haset hayırları yer bitirir; tıpkı ateşin odunu yiyip tükettiği gibi. Sadaka hataları söndürür; tıpkı suyun ateşi söndürmesi gibi...”

İnsanların o zamanın şartlarında hep gördüğü, ama hep görüp geçtiği bir tablo ise, onun bakışında, rahmetin nazenin bir delilidir. Yeni doğmuş yavrusuna basmamak için ayağını kaldıran bir anne at... Tablo budur ve Peygamber aleyhissalâtu vesselama şu sözleri söyletir: “Allah merhameti yüz parçaya böldü. Bundan doksandokuz parçayı kendine ayırdı. Yeryüzüne, geri kalan bir parçayı indirdi. Bu tek parça iledir ki, mahlukat merhametli davranır. At, yavrusuna basmamak endişesiyle ayağını bu sayede kaldırır.”

Yine yavru at ve bir yavru deve, günden güne büyümeleriyle, Peygamber aleyhissalâtu vesselam için başka bir hakikatin temsilidir. Sadaka, esasen, mülkün asıl sahibinin yalnız ve ancak O olduğu gerçeğine sadakatimizin nişanesidir; o halde, temiz bir niyetle ve temiz şeylerden verilmelidir: “Temiz şeylerin kim ne tasadduk ederse, Rahmân onu sağ eliyle alır ve bu sadaka -bir tek hurmadan ibaret bile olsa- Rahmân’ın avucunda dağdan daha iri oluncaya kadar büyür. Tıpkı sizin bir tayı veya yavru bir deveyi büyütmeniz gibi...”

Bir sığırın geviş getirmesi, arıların kovan etrafında dolaşıp durması, güz vakti ağaçların yapraklarını dökmesi... gündelik hayatın içinde herkesin karşısına çıkan ‘sıradan’ manzaralardır. Ama bu olayların her biri, Kudsî Nebî’nin gözlemiyle, bir hakikatin misalidir. O, sözü ağzında evirip çevirmenin kötülüğünü, “Allahu Teâlâ, sığırın otu yerken ağzında evirip çevirdiği gibi sözü ağzında evirip çeviren erkeklere buğzeder” diye anlatır. Zikrullahın önemini, arıları misal vererek bildirir: “Allah’ın celâlinden zikrettiğiniz tesbih, tehlil ve tahmid cümleleri, Arşın etrafında dönüp durur; tıpkı arı oğulu uğultusu gibi uğultu çıkararak, sahiplerini andırırlar.” Yine zikrullahın insan için önemine, ağaçlar da misaldir: “Sana ‘Sübhânallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber’ demeyi tavsiye ederim. Zira bu kelimeler günahları döker; tıpkı ağacın yapraklarını dökmesi gibi...

Onun ibretli bakışıyla, gün gelir, portakal da, hurma da, fesleğen de, acı düvelek de bir hakikatin temsili olur: “Kur’ân okuyan mü’minin misali portakal gibidir; kokusu güzel, tadı hoştur. Kur’ân okumayan mü’minin misali hurma gibidir; tadı hoştur, fakat kokusu yoktur. Kur’ân’ı okuyan fâcirin misali reyhan otu gibidir; kokusu güzel, tadı acıdır. Kur’ân okumayan fâcirin misali ebucehil karpuzu gibidir; tadı acıdır, kokusu da yoktur.”

Sulak tarlalarda ve çorak arazilerde de, onun ibretli bakışı için, bir hakikatin misali vardır: “Allah’ın benimle gönderdiği ilim ve hidayetin misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. Bazı araziler vardır; tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi vardır; münbit değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Hak Teâlâ insanları yararlandırır. Bu sudan kendileri içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder ki, bu ne su tutar, ne de ot bitirir.”

Bu üç tür arazi, üç grup insanın da misalidir: “Bu temsilin biri, Allah’ın dininde ilim sahibi kılınana delâlet eder. Böylesini Allah benimle göndermiş olduğu hidayetten yararlandırır. Yani; hem öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de, buna iltifat etmeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidayeti hiç kabul etmeyen kimseye delâlet eder...”

Onun hayatının hatırasını bize taşıyan hadis ve siyer kitapları içerisinde yol alırken, böylesi nice örnek birbirine eklenir ve bir gerçeği zihnimizde pekiştirir: Peygamber aleyhissalâtu vesselam, her şeyden önce, dikkatli bir gözlemcidir!

O halde, hayatında ve her gününde onun hayatından ve bir gününden bir iz ve eser olsun isteyen herkes, dikkatini toplayıp ibretle bakmalı ve hayretle müşahede etmelidir.