TR EN

Dil Seçin

Ara

Medyanın Ramazan’ı

Farzedelim, Ramazan hakkında hiç bilgimiz yok ve gazetelerdeki haberlerden öğrenmeye çalışıyoruz… Karşımıza çıkacak Ramazan, nasıl bir şey olurdu?

“Ramazan bakliyatçılara yaradı”, “Kadayıf satışı üçe katladı” gibi haberlerin bolluğu, Ramazan’ın iktisadî bir ay olduğunu pekâlâ düşündürebilirdi. Şirketlerin “Ramazan’a özel” tarifeleriyle, bu izlenimimiz iyice pekişirdi muhtemelen.

Lokantacıları unutmayalım. Neredeyse her Ramazan, şu lokantacıların dükkanlarını gün içinde kapatmaları dert olur. İlgili haberlerden bazısı, hani neredeyse, Ramazan’ın belli esnaf kesimini tuttuğu, diğerlerine ise sırtını dönerek “haksız rekabet”e sebep olduğu cinsinden bir mânâ ile doludur. Sezonluk olarak satışı artan veya azalan pek çok sektör olmasına karşılık, bunun Ramazan’la bağlantılı olması, büyük bir siteme dönüşüverir.

Belki lokantacılar hâllerine tevekkül nazarıyla bakmakta ve iftar ve sahur mesaisine dönerek geçimini yine temin etmektedir ama o haberlerde buna ilişkin bir rahatlatıcı not göremeyiz.

Ama asıl sıkıntı, laik bir memlekette lokanta ile “yeme özgürlüğü” arasında kurulan bağlantıdır. Bu yüzden de, belki esnaf lokantalarına pek söz söylenemez ama belediye ve öğretmenevi gibi yerlerdeki yemekhanelerin kapalı oluşu, bu tür haberleri yapanlarca pek bir garipsenir, pek bir ayıplanır. “Yememe özgürlüğü” ve bunu seçenlerin sayıca çokluğu ise, yine bu haberlerde hiç bahis konusu edilmeyen ufak bir ayrıntıdır.

Eskiden daha çok haberi yapılan bir başka konu da, sokakta orucunu yediği için dayak atıldığı iddia edilen kimselerdi. Fakat ne olduysa, son zamanlarda bu haberler hiç yapılmaz oldu. Demek ki ya yeni haber ajanslarının kurulmasıyla asparagas haber yapma şansı iyice tükendi ya da ne bileyim insanlar daha medenîleştiler.

Tabii, Ramazan deyince bir tek “iktisadî olay” anlaşılmıyor medyada yer alan haberlerde. İşin çok önemli bir boyutu da, “sağlık”la ilgili. Ramazan ve sağlık üzerine ardı arkası kesilmeyen haberlerin önemli bir kısmında, inceden inceye, Ramazan’ın sağlığa pek bir olumsuz etkiler yaptığı ihsas ediliverir.

“İftariyelik ürünler yüksek yağ ve kolesterol kaynağıdır”, “Ramazan kiloları ne olacak?” gibi haberlere bakınca, Ramazan’ın hakikaten sağlık açısından “riskli” bir ay olduğu düşünülebilir.

Bu riske ilişkin envai çeşit bilimsel izah sökün eder arkasından. Yağ ve kolesterol zaten kötülene kötülene insanların zihninde tiksinti uyandıran bir kıvama getirilmiştir. Kilo ise, kent insanının baş belasıdır. Bu kelimelerle, “Ramazan, iftariyelik” gibi İslâm’ı hatırlatan kelimeler yan yana gelince, Ramazan’ın pek de iyi bir şey olmadığı bilinçaltına işlenir.

Bu konuda hekimlerin “Oruç tutan insanlar belirli bir şekilde beslendikleri için organizma bir ay dinlenir. Ayrıca, orucun toksinleri temizleyici etkisi vardır.” gibi Ramazan’ın faydalı oluşuna ilişkin bilgileri, bilinçli olarak halının altına süpürülür.

Kasıtlı ve ihtiraslı bazı medya kuruluşları, bazen o kadar abartırlar ki, Ramazan’ın olumlu katkı yapacağı kesin olan şeylerde bile, karalama yapmaktan geri durmazlar. Örneğin, orucun—eğer iftardan sonra mide aşırı doldurulmuyorsa—zayıflamaya olan müspet katkısı, bir de bakmışsınız, aniden tersine döndürülüvermiş: “Oruçla zayıflanmaz!”

Hoş, oruç, zaten kilo vermek için tutulmaz ama normal şartlarda oruç pekâlâ zayıflatır. Tecrübeten sabittir bu. Bu haberlerin bilimsel izahları da enteresandır: “Oruç sağlıklı insanlar içindir ve kilo verme yönemi değildir. Kilo vermek için oruç tutulduğunda, kilo verilemediği görülüyor. Hareket azlığı, metabolizma hızının yavaşlaması kilo vermeyi zorlaştırır.”

Niyet okuma gibi olacak ama, haberde söylenmek istenen galiba şöyle bir şey: “Ey halkımız! Başka sebepler bir tarafa, oruca ve Ramazan’a kilo vermek için de yaklaşmayınız. Varlığını Türk varlığına armağan etmiş diyetisyenlerimiz, size bu konuda ihtiyaç duyduğunuz yardımı yapacaklardır. Hangi gerekçeyle olursa olsun, dinî şeylerden medet ummayınız. Yaşasın bilimin aydınlık yolu!”

Sağlık haberleri deyince, hemen dibindeki spor haberlerinin Ramazan’daki ana gündem maddesi ise “Futbolcular oruç tutsun mu, tutmasın mı?”dır. Pek çok gazeteci özel olarak ilgilenir bu konuyla.

Gerçi antrenörlerimiz duygusal Türk futbolcusunun inanç sayesinde maçlarını kazandığını söyler. Yani inanç, bizim topçularımız için ekmek gibi su gibi önemlidir. Christoph Daum bile bu gerçeği idrak ettiğinden karışmazdı futbolcuların orucuna. Lakin, bir kısım medyaya göre, “profesyonel futbolcu oruç tutmamalı”. Yoksa ne olur? Ne olacak, performansı düşer.

Eskaza bir mağlubiyet olsa, hemen suçlu bellidir: oruç! Teknik direktörün verdiği yanlış taktik, sahanın durumu vs.nin bu yenilgide zerre kadar payı yoktur. Bu, kesindir!

Orucun, futbolcuya “zararı” bununla da bitmez; onu öldürebilir de! Hani geçenlerde Ümit Özat nasıl sahanın ortasında kalp krizi geçirmişti ya… İşte, oruç tutan futbolcular da onun gibi sahanın ortasına devrilebilir. Şaka değil, bunun haberi yapıldı. Oysa, Ümit Özat o gün ne oruçluydu ne de aylardan Ramazan!

Kısacası, neredeyse yılın on bir ayı yarış atı gibi koşturulan futbolcu camiası, çağdaş köleliğe Ramazan’da da devam etmek zorundadır. Bu insanların ruhu, Ramazan’ın manevî ikliminden ve bereketinden istifade etme hakkına sahip değildir. Milyon dolarları almasını biliyorlar, buna da katlanacaklar artık! Ne de olsa, onlar insan değil, futbolcu!

Ve geldik Ramazan’ın sonuna, Ramazan Bayramı’na…

Medyadaki haberler rasat edilirse, Bayram’ın “Tatil” anlamına geldiği hemen farkedilecektir. Bayram demek, tatil demektir. Hele hafta sonu tatiliyle birleşmişse…

Gazete ve dergiler, “Beş yıldızlı Ramazan!” dedirtecek denli otel reklamı ve ilanıyla doludur. Sabah Bayram Namazı, arkasından mezarlıkları ve sonra akrabaları ziyarete rastlanılmayan bu yayınların ana fikri, “Şimdi tatil! Haydi şehirden kaçmanın ve tatilin keyfini çıkarmanın yolunu ara!”dır. İşte yurt içinde elli farklı tur senin için emre amade beklemekte.

Daha ne duruyorsun?

Ramazan ve orucun faziletleri mi? Oruç şükrü öğretiyor mu mu? Yoo, hayır; siz yanlış yere geldiniz. Öyle şeyleri bu medyadan öğrenemezsiniz. Haydi başka kapıya!