“On bir aydır gideli biz de çekerdik hicran
Merhaba etti bizimle yine şehr-i Ramazan.”
Bahtî (Sultan I. Ahmed)
Ramazan, Arapça “şiddetli sıcak olmak, yakmak” anlamına gelen “ramaz” kökünden türeyen bir kelimedir. Terim anlamı ise “Arabî aylarda Recep ve Şaban’dan sonra gelen üçüncü mübarek ay ve devamı boyunca oruç tutulan dokuzuncu ay”dır.
İslam Dini, özellikle Türk kültür ve edebiyat hayatını derinden etkilemiş, edebî ürünlerin muhtevasında doğrudan belirleyici olmuştur. Hatta bu edebî birikimi sahiplenerek araştırma alanı edinen “Türk İslâm Edebiyatı”, “Osmanlı Türkçesi ve Türk İslâm Edebiyatı”, “İslâmî Türk Edebiyatı”, “Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı” isimleriyle bir bilim dalı olarak kurumlaşan akademik sahalar mevcuttur. Bu bağlamda Ramazan ayı da muhtevasında taşıdığı büyük maddî ve manevî zenginliği, inanç dünyamızdaki önemi, kültür ve gelenek anlamında uygulamaları ile zengin bir sermaye vücuda getirmiştir.
Osmanlı insanı saray odalarından semai kahvehanelerine, tekkelerden türbelere, medreselerden çarşılara kadar insanın olduğu her yerde şiirle hemhal olmuştur. Bu minvalde edebiyatımızda Ramazan-ı Şerif hakkında yazılan şiirler epey rağbet görmüştür.
Divan şiirinde, şairlerin padişahlara, vezirlere ve devrin ileri gelen kişilerine sunduğu ve kurulan iftar sofralarının, kandillerin, camilerin ihtişamının, teravih namazlarının, mahyaların ve Ramazan-ı Şerif’e has olan daha pek çok güzelliğin işlendiği kaside tarzındaki şiirlere “Ramazaniye” adı verilmiştir. Bu türün en çok örnek veren şairi, Enderunlu Fazıl’dır. Bahtî, Şeyh Üftade, Koca Ragıb Paşa, Nâzım Yahya Çelebi, Enderunlu Vasıf ve Sünbülzade Vehbi gibi isimler de bu türde eser telif etmiş olan diğer şairlerdendir.
Ramazaniye bir Osmanlı geleneğidir. Bir Osmanlı idrakidir. Ecdadımızın muhteşem irfanının ve kelimelere sirayet eden derin ufkunun bir tezahürüdür.
“Şehre geldi berekâtıyla mübârek Ramazân
Oldı şeh‑bender‑i kâlâ‑yı sevâb u gufrân”
— Enderunlu Fâzıl
…
“Receb isminde o şehrî güzele kandîlim
Leyle‑i kadr‑i visâli bana pinhân oldı”
— Enderunlu Fâzıl
…
Osmanlı Sultanlarının İslâm Kültür ve Edebiyatını çok iyi bildiklerini ve hemen hemen hepsinin şair olduğunu görmekteyiz. Osmanlı Sultanları da diğer şairler gibi mahlas kullanmışlardır. Bahtî mahlasıyla şiirler yazan Sultan I. Ahmed de bir Ramazaniye kaleme alarak Ramazan-ı Şerif’i selamlamıştır:
“Merhabâ merhabâ meh-i Ramazân
Merhabâ halka rahmet-i Rahmân
Merhabâ verdi âleme ziynet
Merhabâ ey müzeyyen-i devrân
Gülşen-i mahfel içre medhin okur
Merhabâ deyü cümle hoş elhân
Rahmet oldu Muhammed ümmetine
Merhabâ ey refîk-i ehl-i cihân
Edeli Bahtî vasfını teşbih
Eyleyüpdür ana ‘atâ Sübhan”
…
18. yüzyıl şairlerinden Nâzım Yahya Çelebi, bir beytinde Ramazan ayıyla birlikte dünyanın bambaşka bir ruhanî ve nuranî kimliğe büründüğünü söyler:
“Bir sütûn-ı nûrdur kim her minâre tâ seher
Şu’le-i kandîl-i berk-efşân ile rahşân olur.”
…
19. yüzyıldan günümüze seslenen Enderunlu Vâsıf da Kadir gecesinin kıymetini bilen biri olarak bu geceye erişenlere şu öğütte bulunur:
“Bil kadrini zîrâ ki bu şehrin şeb-i Kadri
Bîşek sebeb-i mağfiret-i âlemiyandı”
…
Şeyh Üftâde’den bir örnekle yazımızı tamamlayalım:
Âşıklara eydin salâ
Oruç ayı geldi yine
Rahmet denizi cûş edip
Âlemlere doldu yine
Kur’an’da Allah övdüğü
Cümle nebîler sevdiği
Ümmete Allah verdiği
Oruç ayı geldi yine
— Şeyh Üftâde