TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâinattan Haberler

Hücreyi Kim Yaratmışsa, Evreni De O (cc) Yarattı.

İki fotoğraf! Biri fare beyninin nöron yapısını ortaya koyan sadece birkaç mikrometre boyutlarındaki kare… Diğeri ise evrenin milyarlarca ışık yılı büyüklüğündeki alanını gösteren kare… Peki, ya ortak yönleri?

       

İkisi de aynı!

Kâinatı yaratanın tek bir Yaratan olduğunu gösteren güçlü delillerden biri de işte bu. Hakikaten en küçükte gösterdiği sanatı en büyükte, en büyükte gösterdiği sanatı en küçükte göstermek O’nun (cc) şanındandır.

Bu sebepledir ki, Kadir-i Hâkim, Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz ki Allah, hakkı açıklamak için sivrisineği misal vermekten çekinmez.” (Bakara Suresi, 26) buyurur. Zira O, bir sivrisineği uçurduğu gibi, koca bir gezegeni de uçurur. Üstelik, küçüğün üzerinde görülen sanat, büyüğün üzerinde görülenden hiç de az değildir.

Oysa, ayetin devamında belirtildiği üzere, ahmak kafirler, sivrisinek misalini küçük görerek, “Allah böyle misal vermekle ne murad eder?” derler.

Gelgelelim, çağımızda kafirlerin durumu eskisi kadar kolay görünmüyor. Neden derseniz, yukarıdaki iki fotoğrafa iyi bakın.

Biri neredeyse birkaç mikrometre boyunda. Öbürü ise, milyarlarca ışık yılı büyüklüğünde. Ve her ikisi de benzer bir yapıda yaratılmış. Yani, “Bizi yaratan Bir’dir.” diye haykırıyorlar âdeta.

Şimdi herhangi bir kimse, bu iki fotoğrafa hem aynı anda bakıp hem de içlerinden küçük olanı seçip onu küçümseyebilir mi? Eğer böyle yaparsa, büyük olanı onun aklına balyoz indirmez mi?

Kâinatta daha bunun gibi milyonlarca örnek var üstelik. Onlardan biri var ki, insan biraz düşününce tam bir mucize olduğuna hükmediyor.

Atom ve gezegenler. Her ikisi de dairevî ve her ikisi de boşlukta duruyor gibi.

Bu gerçeği insan bir anlığına düşününce, aslında Allah’tan başka her şeyin “boşlukta” durduğu ve ancak O’na dayanarak hareket edebileceğini anlıyor.

Yoksa hiçbir varlık, ne kendisine ne de kendisinden başka bir yaratılmışa sırtını yaslayarak tek bir an bile yaşayamaz şu âlemde.

 

***

 

Yerçekimi ve Hassas Ölçü

Şu an içinde yaşadığımız kâinatın oluşabilmesi için yerçekimi kuvvetinin sabit bir değere sahip olması gerektiğini biliyor muydunuz? Ve adı üstünde bu değerin değişmemesi gerektiğini?

Söz gelimi, eğer yerçekimi sabiti şimdikinden biraz daha fazla olsaydı, yıldızların yaratılması daha kısa sürede gerçekleşecek ve uzaydaki en küçük yıldızın dahi kütlesi bizim Güneşimizin en az 1,4 katı büyüklüğünde olacaktı. Bu tür yıldızlar ise o derece hızlı ve kararsız biçimde yanarlar ki, etraflarındaki gezegenlerde hayatı oluşturacak şartların meydana gelmesi imkânsızdır.

Dahası, yerçekimi sabiti şimdikinden biraz daha büyük olsaydı, evrendeki büyük yıldızların hepsi birer kara deliğe dönüşmüş olacaktı. Bu arada en küçük gezegenlerdeki yerçekimi dahi o kadar güçlü olacaktı ki, böceklerden daha büyük hiçbir nesne ayakta kalmayı başaramayacaktı.

Bu kadar hassas ölçü, elbette bir irade ve kastı gerektiriyor. Ve bununla birlikte ilim ve kudreti. Bu sıfatlardan biri eksik olsa, yerçekimi ve onun hassas ölçüleri meydana gelemez.

Bu sıfatlara mutlak derecede ancak Rabbimizin sahip olması dolayısıyladır ki, yerçekimi olması gereken hassas ölçülere sahip. Öte yandan, yine bu ölçüler sayesindedir ki, insanoğlu ne yere mıhlanıp hareket edemez duruma düşüyor ne de uzay araçlarındaki astronotlar gibi boşluğa yükseliyor.

Tüm bunlar ibret almaya değmez mi?

 

***

 

“Her bir şey öyle bir tevhid penceresidir ki, bütün eşyayı bir Vahid-i Ehad’e mal eder. Her bir şeyde, özellikle hayat sahiplerinde öyle harika bir nakış, öyle mucizeli bir sanat var ki, onu öyle yapan ve öyle manidar nakşeden, bütün eşyayı yapabilir ve bütün eşyayı yapan, elbette O olacaktır. Demek bütün eşyayı yapamayan, bir tek eşyayı icad edemez.”

— Sözler’den

 

***

 

Burnumuzda Neden İki Delik Var?

Burnun, yerine, yapısına ve ölçülerine baktığımızda tesadüflere yer bırakmayan bir nizamla yaratıldığına, birçok hikmetle yüklü olduğuna şahit oluruz. Sadece solunum açısından bakıldığında bile, burnumuza, havanın filtre edilmesi, ısıtılması ve nemlendirilmesi gibi üç önemli vazifenin yüklendiği görülür.

Fakat burnumuzun işlevleri bunlarla sınırlı değildir. Örneğin, burnumuzda neden iki delik olduğunu düşündünüz mü hiç? Bilindiği gibi, gıdaların vücuda alınması için tek giriş yeri mevcutken, akciğerlere giden hava sağ ve sol burun deliklerinden alınır. Gerçi bunun akciğerler üzerinde önemli bir tesiri yoktur.

Burnun iki deliğinin olmasının esas tesiri beyin üzerinde görülür. İnsan beyni sağ ve sol olmak üzere iki yarım küreden yaratılmıştır. Diğer taraftan, irade dışı çalışan iç organ faaliyetlerini düzenlemekle vazifelendirilmiş olan otonom sinir sisteminin iki ana dalı vardır: 1) Sempatik sinir sistemi, 2) Parasempatik sinir sistemi.

Sol beyin yarım küresi sempatik sinir sistemi faaliyetlerini (özellikle heyecan ihtiva eden hadiseleri) düzenlemekle vazifelendirilmişken, sağ beyin yarım küresi parasempatik sinir sisteminin fonksiyonlarını (rahatlama ve gevşemeyi) tanzim etmekle vazifelendirilmiştir. Bunun burun delikleriyle ne ilgisi var derseniz, çok alâkası var.

Yapılan araştırmalarda, kemik yapısı gibi çeşitli sebeplerden dolayı insanların burun deliklerinden birini daha fazla kullandıkları anlaşıldı. Bu durumun beynin yarı kürelerine ilişkin önemli sonuçları var. Zira, burun mukozası altındaki sinir uçları beyinle irtibatlı ve beynin normal çalışmasına ve fonksiyonlarına tesir ediyor.

Eğer sağ burundan daha fazla nefes alınıyorsa, sol beyindeki elektrikî aktivite artıyor. Tersine, sol burundan nefes alınıyorsa, sağ beyindeki elektrikî aktivite artıyor.

Bunun anlamı şu: Sol burnuyla nefes alanlar, sempatik sistemin faaliyetlerini azaltabildikleri için kalp hızı azalıyor ve örneğin tansiyon gibi hastalıklara yakalanma riskleri düşüyor.

Bilim adamları bu tip kişilerin kalp krizleri ve ani ölümlere de daha az maruz kalacaklarını söylüyorlar.

Sonuç olarak, ilmi sonsuz olan Allah, ağzımızı tek yaratırken, burnumuzda iki delik boşuna yaratmamış. Çünkü birinden nefes almakla, diğerinden almak arasında sinir sisteminin vazifeleri açısından fark vardır.