TR EN

Dil Seçin

Ara

Âcizlik Mucizesi

Her an yenilenen, eski olmayan, halden hâle geçmelerin, var olmaların ve fena bulmaların hüküm sürdüğü, birbirini izlediği bir âlemde yaşıyoruz. Öyle ki bazı tanecikler, fark edilemeyecek kadar kısa bir sürede varlık âlemine girip kayboluyor. Kâinattaki büyük sistemlerden—galaksilerden—tutun maddenin en küçük hâli, zerrelere kadar bu hâl devam ediyor. Her bir varlıkta bir hareket ve devamlı surette bir yaratılış gözlemleniyor. Bir yanda Samanyolu galaksisinde, kozmik bir patlama gerçekleşiyor ve saniyenin onda birinde güneşin yüz bin yılda verdiği enerjiye eşit bir miktarda enerji evrene yayılıyor, diğer tarafta küçük dünyamızda ve küçük bir insanın vücudundaki küçük kuarklar ve leptonlar sürekli bir titreşim ve başkalaşım hâlinde bulunuyor. Kâinat, her gün bir önceki günden daha da büyük bir hâle geliyor, genişliyor. Koca kâinat ile birlikte zaman da akıyor, zaman ile hayatımız da elimizden uçup gidiyor. Doğumlar ve ölümler birbirine karışıyor. Geçmişin elemleri ve geleceğin endişeleri içerisinde insanın ruhu da halden hâle geçiyor.

Tüm bu bereketli hareketlilik ve ardı sıra dizilen var olmalar ve fena bulmalar içerisinde, insanoğlu yaratıldığından beri, benliğinde bir İlâhın varlığına karşı duyulan şiddetli bir ihtiyaç da hep var olagelmiş. İnsanın ruhunu tedirgin eden bu akış içerisinde, ilmiyle ve hikmetiyle kâinattaki her şeye ve içerisinde insana nüfuz eden, en küçük hâlini bilecek ve dahi ilgilenecek ve değer verecek bir ilâh aranmış. Bu durum tek ilâhlı dinden sapılıp çok tanrılı dinlere geçişte bile gözlemlenebiliyor. Öyle ki insanoğlu, en küçük meselesini bile ihmal etmeyip meşgul olacak tanrı ya da tanrıçalar ortaya çıkarmış. Üzerinde yaşadığı dünyası ile ilgilenen yer tanrısı, içerisinde her türlü tabiat olaylarının meydana geldiği—yağmurların yağdırıldığı, fırtınaların kopartıldığı, bulutların sergilendiği...vs.—gök ile ilgilenen gök tanrısı, aşık olduğunda yanında olacak, acılarını giderecek, sevgilileri koruyacak aşk tanrıçası, sanat ile ilgilenirken, ona güzellikleri ilham edecek olan el hünerleri tanrısı, kırdaki çiçeklerle dahi ilgilenen kır tanrısı gibi tanrılar oluşturulmuş. Böylece bin tanrılı medeniyetler ortaya çıkmış.

Zamanla bilimdeki gelişmeler ve ortaya çıkan bulgular bir Yaratıcı’nın var olduğu düşüncesine ışık tutmaya başlamış. Başta kâinatın merkezine maddeyi koyan bilim, özellikle 1925 ve sonrasında Kuantum fiziği ile birlikte derinden sarsılmış. Makro âlemde durağan hâlinde gördüğümüz bir maddenin, mikro âlemine indiğimizde devamlı surette bir hareket ve bir titreşimin gözlemlenmesi ile birlikte, bir Yaratıcı’nın var olduğu düşüncesi daha da güçlenmiş. Çünkü kâinatta her şey birbiri ile alâkadarmış. Ve bu hikmetli düzenin ve alâkadarlığın milyarlarca yıldır devam ediyor olagelmesi, tek bir şeye bağlıymış; bir Yaratıcı’nın varlığına... Kimileri buna safsata demiş, kimileri sıkı sıkıya bağlanmış.

Tüm bu bilimsel çalışmalar bir yana, ben, bizi bir Yaratıcıya iman etmeye mecbur kılan nedenin daha duygusal ve ihtiyaç eksenli bir temele dayandığını düşünüyorum.

Ta başından beri Allah’ın varlığının bilimsel olarak hiçbir delili olmasa dahi, başta bizim Ona olan ihtiyacımız Onun varlığının en büyük delili... Çünkü insanoğlu varolduğundan beri inanç onun ayrılmaz bir parçası olmuş, fıtrî bir hâl yani. İnsanlık bin tanrılı medeniyetler kurarken aslında kendi acizliklerini ve fakirliklerini haykırmışlar. Alâkadar oldukları her bir varlığa bir tanrı atfetmeleri, bu şiddetli ihtiyacın ve her şeyi tasarrufunda bulunduran azim bir kudrete güven duyma arayışının göstergesi.

O var, çünkü bizim en küçük hatırat-ı kalbimizledahi ilgilenecek, gökyüzündeki bulutlar, vücudumuzdaki zerreler gibi halden hâle geçen zayıf ruhumuzu bilecek ve onunla meşgul olacak her zaman her yerde hazır bir Yaratıcıya ihtiyacımız var.

Hem yağmuru seyreden genci bilecek, hem yağmur damlalarına hükmedecek, güneşi bilirken, kara taşın üzerindeki kara karıncaya da hükmedecek, aynı zamanda evinde yemek yapan anneyle de ilgilenecek. ..

Yalnızlık insanlığın milyarlarca yıldır ortak duygusu olmuş. Yalnız insan korkar. Ve biz korkumuzun gitmesini isteriz. Bizi bu yalnızlıktan ve beraberindeki korkudan alıp götürecek bir Yaratıcı... Yaratılmışların cinsinden olmayan, hükmü geniş bir Allah. O var çünkü bizim Ona ihtiyacımız var. Bu şiddetli ihtiyaç Onun varlığını iktiza ediyor. Yok olan, var olmayan bir şeye karşı hem niçin bu kadar çok ihtiyaç hissedelim ki? O öyle bir Yaratıcı ki, bu ihtiyacı bilmiş ve Ona sıkı sıkıya bağlanmamız ve Onun büyüklüğünü idrak edebilmemiz için biz insanlarda nihayetsiz bir acz ve fakr derceylemiş.

İnsan olarak mutlak acizlik duygusunu hissetmemiz, buna karşın Mutlak Bir Varlığa duyduğumuz mutlak ihtiyaç hep bir mucize gibi gelir bana. Mutlak Bir Varlık dışında hiç bir nedenin/sebebin, rastgeleliğin bunu insanın içine yerleştirebileceğine aklım ermez. Bizi Ona götüren her şey ne kadar güzel!