TR EN

Dil Seçin

Ara

Asbest/Bir Ölünün Duası / Hayalin İçinden Öyküler

Asbest/Bir Ölünün Duası / Hayalin İçinden Öyküler

Sadaka belayı def eder ve ömrü uzatır. 

(Hadis-i Şerif)

 

Mehmet Bey’in aklına, “Hastane önünde incir ağacı” türküsü geldi. Çünkü kendisi de şimdi o türküyü hatırlatan bir hastanedeydi. Gerçekten de girişine yakın bir incir ağacı vardı bu hastanenin ve kaldığı odanın penceresinden onu görebiliyordu. Ağaçları ve oksijeni bol bir yerdi burası. Fakat merak içerisindeydi; türküde olduğu gibi doktor ilacı mı bulamamıştı yoksa daha teşhisi mi koyamamıştı. İki gündür kimse bir şey söylemediği için kafasında türlü türlü düşünceler birbirini takip ediyor, en çok da, en kötü ihtimaller başı çekiyordu. Bir ara doktor beyin onun yattığı odanın kapısını aralayıp: “Asbest olan bir yerde çalıştın mı?” diye sorup, cevabı alır almaz gitmesi, zihnindeki kötü ihtimalleri ilk sıralara taşımıştı. Önceki gün de sigara içip içmediği sorulmuştu. Her iki sorunun cevabı da evet olmuş, bu evetler yüzlerdeki ifadelere çok belirgin bir şekilde olumsuz yansımıştı. 

Henüz elli beş yaşındaydı Mehmet Bey. Az bir zaman değildi bu, fakat annesi ve babası hayattaydılar daha ve elinden geldiğince onlarla da ilgileniyordu. Annesinin hareket kabiliyetini kısıtlayan bazı sağlık sorunları olsa da, 80 yaşında olan babası dimdik ayaktaydı. İnançlı biriydi Mehmet Bey, fakat genel olarak yaşamayı seven ve ölümü pek düşünmemeyi tercih eden birisiydi. Asbest deyince aklına nedense abdest gelmişti. Birbirini çok çağrıştıran kelimeler diye düşündü. O kadar çok niyetlenip, karar aldığı halde bir türlü başlayamamıştı namaza. Cuma namazlarını aksatmıyordu. Beş vakit hiç kaçırmadan her gün kılanlara ise hem özeniyor hem çok saygı duyuyordu. Babası bu yaşta halen beş vakit ayakta namaz kılabiliyordu. Emekli olunca başlarım diye düşünmüştü. Bu sefer de çok heves ettiği dükkanı açınca esnaf olmanın getirdiği yükler dünya işlerinin daha da artmasına neden olmuştu. Biricik oğluna iyi bir gelecek sağlamak, kendisinin çektiği sıkıntıları ona yaşatmamak için emekli olur olmaz aldığı toplu para ile bir iş kurmanın planını yapmıştı uzun yıllar. Fakat maaşlı çalışmaya alışmış birisi olarak ticaret epey zor gelmişti. Üstelik insanlar çok değişmiş, sözün senet olduğu zamanlar eskilerde kalmıştı.

Şimdi bu hastane odasında, gecenin bir yarısı, hayatının muhasebesini yaparken bu konunun da pişmanlığını yaşıyordu.

Daha bir ay öncesine kadar oldukça sağlıklı bir haldeyken—hatta yaşıtlarına göre çok dinç ve genç bir görünüme sahipken—artık eskisi gibi bir çırpıda çıkamaz olmuştu üçüncü kattaki dairesinin merdivenlerini. Sık sık dinlenmesi gerekiyordu. Kısa mesafeleri yürürken bile nefes nefese kalır olmuştu. Bu nedenle doktora görünmek istemişti. Önceden öyle miydi ya? Sağlıklı ve doğal beslenmeye gösterdiği dikkat ile anılırdı yakın çevresinde. Tek kusuru sigaraydı, fakat o da günde birkaç taneyi geçmiyordu—Son zamanlarda birkaç taneyi biraz geçmişti aslında. Uzak bir şehirde zar zor kazandığı bir yüksek okula devam ederken, kimseye haber vermeden evlenen en küçük evladı, tek erkek çocuğu, sarsmıştı bünyesini biraz.

Giyimine kuşamına çok özen gösterirdi Mehmet Bey, giydiğini de yakıştırırdı. Tüm bunların yanına gözü pekliği, dürüstlüğü ve cömertliği de eklenince, çevresinde küçük büyük herkesin sevgisini ve saygısını kazanmıştı. Fakat o bu sevgi ve saygıyı suistimal etmeyecek kadar da mütevazı idi aynı zamanda… Yakınları nazarında küçük bir kusuru daha vardı Mehmet Bey’in, sinirli biriydi, çok çabuk kızar, aniden parlardı. Fakat sönmesi uzun sürmezdi. O kısa süren fırtınadan etkilenenler de olurdu elbet.

Doktorun sorusundaki asbestin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Emekli olarak ayrıldığı fabrikada kullanılan bir maddeydi bu. Halk arasında beyaz toprak olarak bilinen bu maddenin havaya karışan lifleri solunduğunda, akciğer zarında su birikmesine neden oluyordu. Yıllar önce bu sebeple kanser olan bir arkadaşı vardı. İsmi Nevzat’tı. Aynı fabrikada aynı zamanda işe başlamışlardı Nevzat’la. Fakat o bu hastalığa yenilmiş ve daha 40 yaşını doldurmadan vefat etmişti. Emekli bile olamadan, bir çocuğunun bile mürüvvetini göremeden göçmüştü bu dünyadan. Bu hastalığa yakalandığında onunla ilgili konuşmalar ve söylenen sözler geldi aklına. “Fazla sürmez, bu gidici” demişlerdi rahmetli için. Hatta akciğer kanserinden, kanser türleri içinde en çabuk götüreni diye bahsediyorlardı. “Süresi bu kadarmış” demişti biri, “Ona verilen sürenin sonuna geldi demek ki” diye eklemişti. Bu tür bir konuşma ilk ve son kez olmuştu. Bir daha izin vermemişti Mehmet Bey. En azından onun yanında böyle şeyler söyleyememişlerdi.

Gidici kelimesi zihninin bir köşesine çakılmıştı. Ve o konuşmalar sırasında arkadaşı için söylenen bu kelimeyi o zaman da çok rahatsız edici bulmuştu, fakat yine de şu andaki kadar incitici gelmemişti ona. Ateş düştüğü yeri yakıyordu. Şimdi aynı tür konuşmalar onun arkasından yapılacaktı belki de. Belki ben de bana verilen sürenin sonuna geldim diye düşünmeden edemedi. 

Nevzat’ı birçok kez ziyaret etmiş, en son ziyaretini de vefatından bir gün önce yapmıştı. Birkaç kez de hastaneye o götürmüştü kendi arabası ile, çok duasını almıştı. Neredeyse bir yıla yakın sancılı bir süreç yaşamıştı Nevzat. Ne kemoterapiler fayda etmişti ne de doğal dedikleri ilaçlar. Çok hızlı bir şekilde yaşadığı kilo kaybı nedeniyle ve sararmış solmuş benzi ile tanınmayacak bir hale bürünmüştü. Bütün bu ağrılara sancılara rağmen isyan etmemiş ve hep sabırla, tevekkülle karşılamıştı bütün bu yaşadıklarını. Aradan geçen 15 yıla rağmen hiç unutamadığı o hali ve şu sözleri tekrar canlandı zihninde: 

-İlk zamanlar, “Yani ben şimdi ölecek miyim?” dedim kendi kendime, çok sorguladım hayatı ve ölümü. Nefes alamayacak mıyım yani dedim. Gözlerim görmeyecek, kulaklarım duymayacak mı? Bitecek mi her şey bir anda? Bunca yıl bir ana sığacak ve bitecek öylemi? Çok muhasebesini yaptım yaşadığım bu 40 yılın. Ne çok zahmetler üzüntüler çekmiş, geçmişle ne çok cebelleşmiş, gelecekle ilgili ne çok kaygılanmıştım bu bir anda bitecek şeyler için. Bu kadar koşuşturmaca bunun için miydi? Bunun için miydi çalışmalar didinmeler, çatışmalar…

Biraz daha birikim yapmalısın biraz daha diye seslenen kimdi içimden bana… İçimden benimle konuşup duran ve hep yarınları düşünmemi tavsiye eden ses kimin sesiydi? Hep iyiliğim için sandım o söylenenleri ben. Yarınları düşünmenin neresi kötü olabilirdi! Fakat şimdi anlıyorum ki, biz en çok orada yanılıyoruz Mehmet. Yarınlar diye diye yaşadığımız günü kaçırıyoruz aslında. Şimdi o çok düşündüğüm, uğruna bu günlerimi feda ettiğim yarınlar geldiğinde ben olmayacağım belki de. Nasıl bu kadar aptal olabildiğime şimdi şaşıyorum. Yarına çıkmaya senedim varmış gibi yarınlar için yaşamak ne büyük yanılgı imiş meğer. Sadece bu dünyadan ibaretmiş gibi yaşamak ne büyük bir aldanışmış. Bu dünyaya gitmeye geldiğimizi unutuyoruz maalesef. Ne kadar zayıfız oysa. Görüyorsun o güçlü kuvvetli arkadaşın şimdi bakıma muhtaç aciz bir bebek gibi.

Bunları o gün duyduğunda çok etkilenmişti Mehmet Bey. Fakat şu anda olduğu kadar hiçbir zaman idrak edememişti bu cümleleri. 

Gecenin bir yarısında uykusunu kaçıran bu düşünceler içerisindeyken odasının kapısının aralandığını ve içeriye Nevzat’ın girdiğini fark etti. Hastalanmadan önceki halinden bile sağlıklı görünüyordu. Hayal görmekte olduğunu düşündü. Ya da uyuyamadığını zannederken uykuya dalmış olmalıydı. Yine de gayriihtiyari ayağa kalkıp hoş geldin demeye yeltendiğinde Nevzat’ın itirazı ile karşılaştı:

-Hiç yorma kendini Mehmet. Şu an çok halsizsin biliyorum. Ben de zaten fazla kalamayacağım. Senin bana çok hakkın geçti. Hastalığım sırasında çok destek oldun bana. Sonrasında çocuklarıma yaptığın yardımlardan da haberdarım. Hep yaşayanlar ölülere dua eder sanır insanlar. Ben de sana çok dua ettim Mehmet. İyileşmen için çok yakardım Rabbime. Duam kabul edildi çok şükür, asbestten arındı vücudun. Bir de söz ver bana, tek vakit bile olsa namazını bırakma bundan sonra. Bu dünyaya “gitmeye geldiğini” hiçbir zaman unutma.

Mehmet Bey, ne hoş geldin diyebildi ne de güle güle… Nevzat’ın arkasından bakakaldı. 

Ertesi sabah tahlil sonuçları açıklandı: Şiddetli zatürre.

Durumu ciddiydi fakat tedavisi olan bir hastalıktı.

Mehmet Bey bir hafta daha kaldı hastanede. Sonrasında ise tedavisine evde devam edilmek üzere, taburcu edildi.