Göz, ruhun bu âleme açılan penceresidir.
“Bakmak ayrı şeydir, görmek ayrı şey.” sözü meşhurdur. Müzikte “kulağı var” deyimi kullanıldığı gibi, görme melekesini kullanabilme açısından da benzer bir deyim kullanılabilir.
Görmek; gözümüzü açmaktan ibaret değildir. Görebilmek için, biyolojik olarak sağlam bir gözün ve zihin olarak algılama mekanizmasının, ruh olarak da dikkat melekesinin canlı olması gerekir.
Allah kainat sergisinde eserlerini yaratıp, insanı da o eserlerdeki sanat inceliklerine muhatap olabilecek yeteneklerle donatmıştır. Bu özelliklerimizden en önemlilerinden birisi de gözlerimiz ve görebilmemizdir.
Renkli Görmenin Üç Şartı
Renkli görebilmek için de birkaç şart gereklidir. Bunlara renkli görmenin üç şartı denilebilir. Bunlar biyolojik, fiziksel ve kimyasal şartlardır.
Biyolojik olarak incelendiğinde, insanın göz yapısında çok mükemmel bir sistemin, renkli görmeyi sağlayacak şekilde yaratıldığı görülür.
Bu hem optik olarak çok mükemmel, hem de görüntü ve renkleri algılayan sensörler açısından kusursuz bir tasarımdır.
Fotoğraf sanatı ve fotoğraf makinelerinin gelişmesiyle, gözün optik bilimi açısından çok gelişmiş bir mercek olduğu anlaşılabilmiştir. En gelişmiş lens ve objektiflerin, insan gözü hassasiyetine ve duyarlılığına ulaşamadığı görülmüştür.
Gözün optik yapısı, net görüntü yanında, autofocus yani otomatik netleme özelliği açısından da çok hızlı ve mükemmeldir. Ayrıca teleobjektif (uzağı görme) ve macro (yakın netleme) özellikleri çok seri ve benzersizdir.
Renkli Görebilmek
Gözün renkleri algılaması da olağanüstüdür. Göz merceğinden ışık ile giren görüntü, gözün karanlık odacığı içindeki retina tabakası üzerine düşer. (Fotoğraf makinası keşfedilmeden bin yıl önce gözü inceleyen İbn-ül Heysem adlı Müslüman bir fizik alimi, ilk ‘Kamera Obscura’yı yani fotoğraf makinesinin temeli olan karanlık kutuyu geliştirmiştir. İstanbul’da Gülhane parkında açılan İslam Bilimleri Müzesinde prototipi sergileniyor.)
Gözün retinası üzerinde görüntüyü algılayan sinir hücreleri arasında, ana ve ara renkleri algılayan farklı sinir hücreleri vardır. Konik ve çubuk hücreler olarak adlandırılan bu sensörler renkleri algılamamızı sağlarlar.
Eğer göz merceğinde veya retina tabakasında bir sorun varsa görme veya netlik sorunları yaşanır. Eğer konik ve çubuk hücrelerde bir sorun varsa bu da renk körlüğüne sebep olur.
Ancak, bütün bu sistem mükemmel çalışsa bile “Işık ile mevcudat görülür, hayat ile mevcudatın varlığı bilinir.” vecizesinde olduğu gibi, renkli görmek için yeterli ışık gereklidir. Bu da renkli görmenin fiziksel boyutudur.
965 ile 1040 yılları arasında yaşayan Müslüman fizik alimi İbn-ül Heysem’in temellerini attığı ve 17. yüzyılda Isaac Newton’un (1643-1727) geliştirdiği optik-ışık bilimi, 19. yüzyılda modern sanatın da başlangıcı olan Empresyonizm-İzlenimcilik akımının doğmasını da etkileyen, Fransız bilim adamı Michel Eugène Chevreul (1786-1889) katkılarıyla çok gelişmiştir.
Işığın Renkleri
İnsan gözünün her şeyi göremediği malûmdur. Ancak belirli dalga boyu aralıklarındaki renkleri ve ışığı, dolayısıyla de nesneleri görebilmektedir.
İnsan gözü 380-740 nanometre arasındaki dalga boylarına duyarlıdır.
Işığın, cam bir prizmada kırılması, gözün algıladığı renk spektrumunu-tayf renklerini ortaya çıkarır. Gökkuşağında temaşa ettiğimiz renklerdir bunlar. Işığın yedi rengi diye çok eski zamanlardan beri bilinen bu renkler aslında üç ana ve üç ara renkten ibarettir. Kızılötesi ile morötesi renkler arasında kalan bu ana ve ara renkler arasında bir sürü ince renk tonlarını da unutmamak gerekir.
Işığın üç ana rengi vardır. Bunlar mavi, yeşil ve kırmızıdır. Sarı, mor ve cyan mavisi de ışığın ara renkleridir. (Matbaa mürekkebi, fotoğraf baskı sistemleri ve printer üzerindeki renk kartuşlarında sarı, macenta ve cyan mavisi, ana renk pigmentleri olarak yer alır.)
Işığın ana renklerinden kırmızı ile yeşil ışığı, karanlık bir odada üst üste duvara yansıtırsanız sarı ışığı elde edersiniz. Mavi ile yeşilin üst üste yansıtılmasından açık mavi elde edilir. Kırmızı ile mavinin üst üste yansıtılmasından macenta ortaya çıkar. Mavi, kırmızı ve yeşil ışıkların üçünün birden üst üste yansıtılmasından da beyaz ışık veya güneş ışığı ortaya çıkar. Bu ışık oyunlarından sahne ışıklarında, Tv, sinema ve fotoğraf teknolojisinde yararlanılır.
İşte insan gözü; bütün bu incelikleri algılayan, dijital fotoğraf makinelerinden çok üstün bir sensör sitemi ile donatılmıştır.
Görülebilir Olmak
Bütün bunlar renkli görmenin fizik bilimi tarafından açıklanma çabasıdır. Ancak renkli görebilmemiz için eşyaların da rengi yansıtması veya kendilerinin bir rengi olması gerekir. Kimya bilimi bunu pigment-boyar madde ile açıklamaya çalışır. Şeffaf olan hava, su ve cam gibi maddelerin dışında pek çok maddenin bir pigment yapısı vardır. Bunlar da ışıktaki renkleri gözümüze yansıtırlar. Bir görüşe göre, beyaz ve siyah pigmentler ışıktaki renkleri yansıtmadıkları için renk olarak kabul edilmezler.
Her şeyde olduğu gibi insan vücudunda da renk pigmentleri mevcuttur. Eğer pigment yoksa o zaman Albino-Beyaz çocuk sendromu ortaya çıkar. Zencilerde bile Albino olan insanlar bembeyazdır. Bitkiler, meyveler, hayvanlar, taşlar vs. her şey böyle ilahi boya tarafından boyanmışlardır.
Hayvanlar Nasıl Görür?
Hayvanların göz yapıları insanlardan çok farklı olduğu için, bütün bu renkleri ve incelikleri göremezler. Ancak ihtiyaçları nispetinde farklı görme ve algılama özelliklerine sahiptirler.
Renkli görmek ve güzelliklere duyarlı olmak ise, insan gözüne özel yaratılan bir nimettir.
Sadece görme yeteneklerinden yola çıkarak, hayvan ile insanın farklı hikmetler için yaratıldığı anlaşılabilir. Kainat galerisinde sergilenen İlahi sanatları görme ve anlama imkanı insanın eline verilmiş. Demek insandan beklenen davranış bunları dikkatle inceleyip, yaratıcılarını tanımak; Onun sanatının, ilminin ve kudretinin tecellilerini, eserlerini görmeye çalışmaktır.
İnsana verilmiş bu gelişmiş sistemler, eğer yerinde kullanılmaz veya gereği gibi kullanmaz ve gözünü manen kör yaparsa, bu insanı hayvanlardan daha geri ve aşağı bırakmaz mı?