“Bilgilerimi Başkalarına Aktaramıyorum!”
“Ben lise ikinci sınıf öğrencisiyim. Bugüne kadar çok fazla kitap okudum, harika bilgiler edindim, özellikle Zafer yayınlarından. Ama bir sorunum var. Bu bilgilerimi başkalarına aktaramıyorum. Çünkü çok çekingenim yabancı ortamlarda. Biliyorum, bildiğim halde susmak, hakkı söylememek büyük bir zulüm. Ama yapamıyorum. Karşımdaki insanın kim olduğuna aldırmaksızın hakkı söylemek isterim. Ama dedim ya asosyalim. İnsanlara karşı biraz yabaniyim. Yakın olduğum insanlarla bir sorunum yok. Onlarla paylaşabiliyorum. Kitap yüklü binek olmamak için ne yapmalıyım? Bu engeli nasıl aşabilirim?”
Cevap:
“Önce Kendi Donanımını Artırmalısın!”
Değerli genç arkadaşım,
Bazı çatallı konular vardır, gençlikte insanı çok meşgul eder. Bu “tebliğ” yani bildiklerini başkalarına anlatıp anlatmama da genç ruhlarda ciddi gerilimler oluşturur. Acaba doğru bildiğini yeri geldiğinde pat diye söylemeli midir, yoksa kendine mi saklamalıdır?
Gerilim ve gerilimin arkaplanında yatan tereddütten başlayalım istersen. Buradaki gerilim ve tereddüt, aslında senin içinde karşılaştığın olayla ilgili “doğru” ve “hak”kın tam olarak ne olduğu ve nerede durduğu konusunda yaşadığın tereddütün bir ifadesidir.
Evet, hepimizin teorik olarak zihninde pek çok “doğru” vardır, ancak bu teorik doğruların önümüzdeki pratik duruma tatbik edilmesi, ciddi bir analiz ister. Acaba o doğru, o kişide gözlediğimiz hale uygulanabilir mi ve uygulanması doğru olur mu?
Örneğin, ahlâkında ufak kusurlar gördüğümüz bir kişi, belki de kendisini ıslah ederek çok büyük günahlar işlemekten o noktaya gelmiş olabilir. Ve performansı itibariyle, yergiden çok övgüyü hak ediyordur, bunu bilemeyiz. Bilemediğimiz için de, o kişinin yaptıklarını hemen yüzüne çarpmamız bir haktanırlıktan ziyade, bir anlayışsızlığın ifadesi olabilir.
Bu noktada, İslâmiyetin adım adım kalplere yerleştirildiğini hatırlamamızda fayda var. İçkinin yasaklanması, namazın emredilmesi, malum olduğu üzere, hemen gerçekleşmemiştir. Eğer Efendimiz (asm) dinin bütün emirlerini hemen emretmiş olsaydı, etrafındaki insanlar dağılıp giderlerdi.
Bu anlattıklarımdan herhalde kendine şöyle bir sonuç çıkarmışsındır: “Karşındaki insanın kim olduğuna aldırmak zorundasın.” Doğrularımız, bir cetvel gibi herkesin üstüne koyup çizebileceğimiz bir alet değildir. Doğrular, güneşin sabahtan akşama kadarki renk değişimleri gibi, farklı renklere, farklı biçimlere bürünebilir. O yüzden, bir kimseyi yargılarken acele etmemekte fayda var.
Başta söyledik ya, gençlik heyecanı gencin ruhunda ve kalbinde kaldırması zor gerilimler oluşturabiliyor. “Doğruyu hemen ifade etme” eğilimi de, esasen, o dönemde zirve noktasında bulunan “genç idealizmi”nin bir yansımasıdır.
Genç, öğrendiği doğrular ile gerçek hayat arasındaki çelişkinin büyüklüğünü gördükçe, içinde isyan duygusuna benzer hislerin kabardığını hisseder. Henüz hatırı sayılır bir yaşam tecrübesi olmadığı için, yaşayan insanlara karşı içinde büyük bir hınç duyar. Onların hemen hemen daima bilerek ve isteyerek kötülükler yaptığını düşünür.
Genç, ne zaman ki kendisi değişik ortamlarda ona hayatın sınırlarını öğretecek farklı tecrübeler yaşamaya başlar, işte o zaman, idealizmini kabul edilebilir sınırlara çeker. Ama o zamana kadar, kafasındaki her doğruyu, önüne çıkan herkese haykırmak ister.
Tahmin ediyorum, sen de biraz bu psikoloji içinde etrafa doğru bildiklerini en tiz tonda haykırmak istiyorsun. Yaşadığın sıkıntının kaynağı bu.
Tabi meselenin bir ayağı da, varolma mücadelesi. Bir genç olarak sen de şu dünyada bir iz bırakmak istiyorsun. Bildiğin doğruları ifade etmek ve insanları dönüştürmek istiyorsun.
Ama sana ufak bir sır vereyim. Asıl mesele, doğruları başkalarına değil, kendimize ifade edebilmemizdir. Eğer biz bildiklerimizi bir ağız kılıp nefsimizin kulağına dinletebiliyorsak, esas başarıyı yakalamışız demektir.
Bunu yapamıyorsak, doğrularımızı başkalarına anlatmamızın da bir tesiri olmaz.
Sana başkalarına tebliğ yapmaktan önce, kendi nefsine tebliğ yapmanı tavsiye ediyorum.