TR EN

Dil Seçin

Ara

Doktor Şifa

“Din ile Hayat Arasında Bir Denge Kuramıyorum!”

 

Merhaba,

Bazı anlar vardır, insanın hayatında dönüm noktası olurlar. Dört yıl önce bu dönüm noktalarından birinden geçtim, depresyon hastası oldum. Sonra tedaviye başladım. Şimdi yine bir dönüm noktasındayım. İzah edeyim.

Din ile hayat arasındaki denge, bana kalırsa, bugünkü gençlerin en büyük sorunu. İçinde dine karşı sempati besleyen arkadaşlarım bile dinin onları hayattan koparacağı düşüncesiyle uzak duruyorlar. Bu söylediğim, aslında benim için de geçerli.

17 yaşındayım. Bir seçim yapamıyorum bir türlü. Ben, hayatı ahlâk sınırlarının içinde dolu dolu yaşamak istiyorum. Fakat, sorun da bu. Böyle söyleyince kendimi kötü hissediyorum. Bizim dünyaya geliş amacımız, ahireti kazanmak ama içimde başka konuşan bir yan var. Bu ikisi arasında bir orta yol bulamıyorum.

Hem hayatı son derece dolu dolu yaşamak, hem de sonsuzluğa hazırlanmak... Ama aynı anda nasıl olacak bu?

Doğrusunu söylemek gerekirse, sadece dinî şeyler üzerine yoğunlaşınca, o zaman da kötü hissediyorum kendimi. Sonuç hüsran oluyor. Hayatla bağlarınızı koparmış oluyorsunuz. Ve giden hayatın yanında dini yaşayabilme imkânı da gidiyor.

“Hayatın anlamı ne?” sorusunu ciddi ciddi düşünüyorum. Ben, çocukken olduğu gibi olsun istiyorum her şey. Dinî görevlerini yerine getiren, ama aklında hiçbir kötülük olmadan hayatı da yaşayan...

Eğer saygısız bir ifade kullandıysam, özür dilerim. Ama samimi hislerim bunlar. Acaba bana yardımcı olacak bir düşünceniz var mı?

Şimdiden teşekkür ederim.

Esen kalın.

 

 

Cevap:

“Dini, Hayata Yaymak Mümkün!”

Değerli genç arkadaşım,

En başta şu depresyonla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Hikmet sahibi hekimler, depresyonun, yani ruhi bunalımın neticesi itibariyle olumlu bir şey olabileceğini söylüyorlar, ki ben de buna katılıyorum. Çünkü, hayatı lay lay lom yaşayıp da pek çok inceliğin farkında olmayanlara karşılık, depresyona düşen kişilerde, yaşadıkları olaylara, yaşam biçimlerine karşı ciddi bir hassasiyet ve incelik görülüyor.

Öte yandan, bunalım denilen şey, bir çözüm aranan, kişiyi çözüme zorlayan bir süreçtir. Zannediyorum, Allah gidişatından memnun olmadığı veya daha yüksek bir makama eriştirmek istediği kişilere, depresif birtakım duyguları musallat ediyor. Ama kimi bunu değerlendiriyor, depresyonu aşıyor; kimi değerlendiremiyor, kendisini depresyon limanında demirliyor. Zaten asıl depresyon hastası olanlar da bunlar.

Her neyse... Biz konumuza dönelim. Gerçekten çok önemli bir konuyu sorgulamamıza vesile oluyorsun. Din ile hayat arasında denge zaten zordur, gençlikte ise büsbütün zor bir konudur.

Aslında bu konuda bir denge problemi olduğunu Hz. Peygamber döneminden biliyoruz. Bazı sahabeler, dinde daha ileri olabilmek için, ellerini hayattan çekmeyi tercih etmişlerdi. Ne eşlerine, ne işlerine, ne de çocuklarına vakit ayırıyorlardı. Orucu bile iftarsız gün aşırı tutma yarışına girmişlerdi. Hayat ile din arasındaki dengeyi, güya din lehine alabildiğine bozmuşlardı.

Sevgili Peygamberimizin (a.s.m.) bu sahabelere karşı tutumu, gerçekten ufuk açıcıdır. Onlara, bu yaptıklarından men ederek, din ile hayat (dünya) arasında bir denge gözetmelerini, her şeye hakkını teslim etmelerini, eşlerinin, çocuklarının ve hatta kendi nefislerinin üzerlerinde hakları olduğunu ve bu hakları ödemeleri gerektiğini buyurmuştur.

Neden böyle yapmıştır? Yoksa Allah Resulü, onların dinde çok ileri gitmesini istememiş midir?

Elbette hayır! İslam öyle bir dindir ki, terakkiyi (kemalatı) sadece ruhî kapıya hasretmez. Sadece maddi kapıya hiç hasretmez. Bu ikisinin buluşmasıyla kemalata yükseltir insanı. Nitekim, sadece ruhî kapıya güvenmenin sağlam bir güvence olmadığı, Hıristiyanlık tarihinde görülmüştür.

Şimdi sen, tahmin ediyorum “Bu anlattıklarının benimle alâkası ne?” diye düşünüyorsun. Haklısın, şöyle açayım.

Genelde Müslümanların zihninde din dendiği zaman, ruhî tarafı çok ağır basan, ama hayat tarafı sanki yok gibi görülen bir algılama söz konusu. Bu algılama, gençlerin dine olan bakışlarını hayli etkiliyor. Zannediyorlar ki, eğer dinin emirlerini yerine getirirlerse, tam bir sofu gibi yaşamaya başlayıp hayattan aldıkları lezzet sona erecek. Oysa, hayat ve dünyayı da yaratan Allah’tır. Oradan alınacak meşru lezzetler de dinin içindedir.

Fakat gençlerin ve genç olmanın özelliği şu ki, herhangi bir şeyde denge ve istikrara bir türlü kavuşamıyorlar. Gençlerin his ve hevesatlarının galip olması, heyecanlı olmaları, onları din ile hayat arasında istikrarlı bir konumda tutunmalarını zorlaştırıyor. Dine meylettiklerinde hayatı, hayata meylettiklerinde dini unutuyorlar. Bu da bir savrulmayı netice veriyor.

Gelgelelim, günümüzde gençlerin büyük çoğunlukla dine değil de, hayata aşırı meyletmelerinden kaynaklanan bir dengesizlik söz konusu. Hani sahabeler dengeyi din lehine bozmuşlardı ya, gençler de dengeyi dünya lehine bozuyorlar veya bozmaya meylediyorlar bugün.

Benim bu konuda sana yardımı olabileceğini düşündüğüm reçete şu: Dini sadece ibadet, oruç, selamünaleyküm, Kuran olarak algılamayı bir kenara bırak. Hayatın içinde sıradan ve detay olarak gördüğümüz pekçok şey de dinin içindedir. Arkadaşına gülümsemenin bile bir sadaka olduğunu söyleyen bir dinin mensubuyuz.

İnandığın dini, yaşadığın hayatın tamamına yayabilmenin önünde teorik olarak hiçbir engel yok.

Öyleyse, iş bize düşüyor. Sırf maddeye düşmeden, dini yaşadığımız hayatın içine olabildiğince yedirmeliyiz.