TR EN

Dil Seçin

Ara

Doktor Şifa

“Utangaçlığım bana zarar veriyor!”

Değerli Hocam,

Ben bir sorunum hakkında sizlerden yardım almak istiyorum. Utangaçlık benim için büyük bir problem ve bir türlü yenemiyorum.

Hani şimdiye kadar gerçekten beni bir sürü tehlikeden kurtardı utangaçlığım; beni saçma sapan işlerden, edep dışı şeylerden korudu. Fakat artık bana gerçekten zarar veriyor. Çünkü bildiklerimi, okuduklarımı insanlara aktarmak istiyorum. İnsanlarla iletişim kurmam gerekiyor, insanlara yardım etmek istiyorum. Topluluk önünde konuşmak ve insanlara fikirlerimi aktarmak istiyorum; yanlış bulduğum konularda onlara fikrimi söylemek istiyorum, ama gelgelelim ben utangaçlık yüzünden herkesin susup beni dinleyecekleri, fikrimi soracakları anı bekliyorum ki bu olmuyor. İnsanlar yüzüme bile bakmıyor.

Fırtınalar koparmak gibi bir fikrim yok; sadece konuştuğumda muhatabımla göz teması kurmak, onlardan çekinip söyleyeceklerimin boğazımda düğümlenmemesini istiyorum. Bir bayan olarak bunları istemem doğru mu, onu da bilmiyorum. Çünkü hemcinslerime karşı fazla olmasa da, karşı cinse karşı çok fazla bu problemi yaşıyorum ve fazlası gerçekten bana zarar veriyor. Bu fıtratımda olan bir şey mi? Değiştirilebilir mi? Bana bir yol gösterir misiniz?

 

Cevap:

“Utanma ile utangaçlık aynı şey değil!”

Saygıdeğer Hanımefendi;

‘Utanmak’ ve ‘utangaçlık’ arasındaki farka dikkat çekmek istiyorum önce. Utanmak, Peygamber Efendimiz’in (a.s.m) “Haya imandandır” hadisi mucibince, inanan bir insanda kesinlikle olması gereken bir histir. Neden böyledir? Çünkü utanmak, insanın günahtan kaçınmasını, kendisine yakışmayacak hal ve hareketlerden uzak kalmasını sağlar.

Eğer bu his olmasaydı, herkes arsızca her günahı işler, ama gönlünde herhangi bir sıkıntı ve rahatsızlık hissetmezdi.

Utanmanın hissettirdiği sıkıntı ve rahatsızlık, esas itibariyle vicdanın duyurduğu bir rahatsızlıktır. Bu yönüyle utanma, vicdanla ve hatta İmam Gazalî’nin de söylediği gibi ‘akıl’la ilgilidir. Akıl, yanlış ve doğruyu ayırmaya başladığı andan itibaren, insanlar yanlış yapmaktan ve günaha girmekten utanmaya başlarlar.

Dikkat ettiyseniz, buradaki utanma, özünde Rabbe karşı hissedilen bir utanmadır. Ve utanmak deyince, anlaşılması gereken de budur. Nitekim, utanmanın numune-i imtisali olan Hz. Osman, hiç kimse görmediği halde, sırf Rabbi görüyor diye Kur’an’ın olduğu yerde sabaha kadar ayaklarını uzatmamıştır.

Ama aynı Hz. Osman, Efendimiz (a.s.m) ve ilk iki halifenin yürüttüğü savaşları devam ettirmekten veya gerektiğinde insanlara hakkı duyurmaktan bir an bile geri durmamıştır. Eğer böyle yapsaydı, işte bu ‘utangaçlık’ olurdu.

Utangaçlık, bir kişilik zafiyetidir. Bir insan, “Bana şimdi ne derler?” diye bildiği doğruları söylemekten geri kalıyorsa, yüz kızarması, sesin titremesi gibi sonradan kendi kişiliğine olumsuz bir değer atfedilecek korkusuyla kendi kabuğuna çekiliyorsa, bunun adı utangaçlıktır.

Bu çerçeveden bakıldığında, utangaçlığın gereksiz ve kişiliğe dönük sebeplerden kaynaklanan korkuya; utanmanın ise bizzat iyilik ve doğruluğun kaynağı olan Rabden korku ve aynı zamanda saygıya dayandığını herhalde söyleyebiliriz.

Başka bir ifadeyle, aklımızın korkma ve çekinme duygusuyla insanlar ve olaylar üzerinde işlemler yapmasına utangaçlık; Rabbimiz’den ve O’nun emir ve yasaklarından korku ve bunlara saygıyla hareket etme endişesiyle hareket etmesine ise utanma diyoruz.

Şu halde, tabir yerinde ise, bizim insanlardan ve olaylardan utanma hissimizi, Rabbimizden utanma’ya yükseltmemiz gerekiyor. Böyle yapabilsek, Rabbimizden aldığımız cesaretle de hareket edip insanlardan sebepsiz yere endişe etmeyeceğiz belki.

Ancak bu söylediklerime şunları ilave etmeden de geçemeyeceğim:

Günümüzde utangaçlığı doğuran hele inanan ve inandıkları doğruları yaşamak isteyen insanlar için önemli faktörler var.

Maalesef modern dünya, kendini yaşa! (nefsinin isteklerini yerine getir!) sloganlarıyla haya duygusunu iyice törpüledi. Ortalıkta hayasız insanlar cirit atıyor. Konuşulmaması gereken yerde konuşanlar, ortalığa atılmaması gereken yerde atılanlar, ağırbaşlı şekilde söz söylenmesi gereken yerde bağıranlar, hiçbir doğru ve sınır tanımadan ortalığı velveleye veriyorlar.

Onların sınır tanımazlığı (hayasızlığı), toplumsal norm anlamında hayayı davranış ve hareketlerde gözüken bir nitelik olmaktan çıkarıyor. Ve kimin ne yaptığı, hangi saikle hareket ettiği belli olmayan ortamlar, kurala bağlı insanları kararsızlığa sevk ediyor. Ve kimi zaman bu kimselerin yanlış bir şekilde kendilerini ‘utangaç’ olarak nitelemelerine sebep oluyor.

Bir diğer faktör, genel olarak içinde yaşadığımız çevrelere, belli ahlaki kurallarla hareket edilmemesinden kaynaklanan bir karmaşanın hakim olması. Bu karmaşa, apaçık bir şekilde belirsizliğe ve kimin ne zaman ne yapacağının kestirilememesine yol açtığı için ‘güven duygusu’nu törpülüyor.

Ve siz insanlara güvenemeyince, başınıza bir iş gelmeden, onlara düşüncelerinizi rahatça söylemekten ve kendi bildiğiniz gibi hareket etmekten çekinmeye, hatta korkmaya başlıyorsunuz. Bu ise, toplum içinde utangaçlık ve çekingenlik şeklinde tezahür ediyor. Aslında bu utangaçlık ve çekingenlik, toplumun aşırı karmaşıklığı karşısında normal bir tepki bile sayılabilir.

Dolayısıyla, benim size tavsiyem, bu ölçüler çerçevesinde utangaçlığınızı tekrar bir teraziye koyup tartmanızdır. Eminim, eskisi kadar ağır gelmeyecektir.

Ayrıca, düşüncelerinizi bir sıraya koyması ve netleştirmesi bakımından yazı yazmanızı da şiddetle tavsiye ederim. Çünkü inanan insanların gereksiz yere utangaçlığa kapılmaması için düşüncelerinin net olması gerekir.